Bu soruya yüzlerce birbirine yakın yanıt verilebilir… Ben, en somut ve yalın bir biçimde, “İki milyonu aşkın nüfusa ve iki bin yıllık bir yerleşim geçmişi olmasına karşın koskoca bir şehrin ortasından pırıl pırıl sular akıtabilmektir” örneğini kullanacağım…
Akçam ailesi olarak yıllar aradan sonra, aileye katılmış en genç bireylerin yaşadığı Viyana’da bir araya geldik. Bir hafta kadar birlikte zaman geçirdik. Dönmeden bir gün önce Taner’le şehir içindeki bir parkta yaptığımız yürüyüş sırasında üzerinden geçtiğimiz bir köprüden aşağıdan akan suya baktım… Dipteki en küçük çakıl parçasını bile gösteren pırıl pırıl su akıyordu altımızdan Tek bir çöp, tek bir naylon torba, tek bir pet şişe bile yoktu çevrede…
Uygarlık bu olmalı diye düşündüm.
Birçok kez toplu taşıma ile de, otomobille de şehir içinde dolaştık. Şehir trafiğinde tek bir araç bile sağımızdan geçmedi; hemen hiç korna sesi duymadık.
Uzun yıllar Avusturya’da egemen olmuş Halsburg ailesinin saraylarında, diğer tarihi yapılarda aristokrasinin nasıl bir şey olduğunu gördük… Kuşkusuz Avrupa tarihinde önemli bir yeri olan Avusturya’da da insanlar arasında eşitsizlik var, işgücü sömürüsü var, birçok adaletsizlik var ama, insanı rahatsız eden bir görüntü olarak karşınıza çıkmıyor. Hiç kimse size “açım” diye el uzatmıyor… Hiç kimse trafik ışıklarında su, çiçek, simit satmıyor, silmek için elindeki kirli bezle camınıza uzanmıyor…
Çakarlı araçlarla geçecek birileri için trafik kapatılmıyor… Şan, şatafat, saltanat değil, soylu bir alçakgönüllülükle özgürlük düşüncesi, feodal ayrıcalık karşıtlığı yan yana barış içinde yaşıyor.
Hem kapitalizmin egemen olduğu bir ülke, hem yüzlerce yıllık sınıf mücadelelerinin ürünü olarak insanlar arasında “yurttaş eşitliği” bilincinin yaşamın her uzamına ve ânına içselleştirilerek benimsendiği bir coğrafya… Kuşkusuz uluslararası finans kapital arasında Avusturya sermayesi de emperyalist sistemin gereği olarak dışarından artı değer sömürüsü yapıyor; getirinin bir kısmı da çalışan sınıflara birer parmak bal olarak yansıyor…
Bir hafta boyunca sayımız zaman zaman yirmiye yakınlaştı. Çocuklarının ve eşlerinin iş ve okulları nedeniyle yalnız gelen kızlarım Pınar ve Başak erken ayrıldı aramızdan. Yeni Zelandalı Mark katılamamıştı. Fransız Thoma, Avusturyalı Thomas, Çek Ozzy (Zeynep yeğenimin köpeği), Avusturyalı Strenzi (Tanya olarak sesleniliyor kendisine), en küçük bireyler Melina ve Aris bir arada olduk…
Yaşı doksanı aşmış Perihan Akçam’ın çevresinde çocuk seslenişleri, gülüşmeler hiç eksik olmadı. Dursun Akçam’ı da bol bol andık. Cahit Akçam genç kuşaktan bireylere Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı’nın üyelik formlarını dağıttı. Ben Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı’nın Şubat 2022 tarihinde yapacağımız mütevelli heyet toplantısı için önerdiğim, vakfı genişletme, yeni üyeler katma, bizlerden sonra da yaşatma düşüncem doğrultusunda kardeşlerimin onayını alıp gençleri de üye yapmak için söz aldım.
Tüm Türkiye kamuoyu bilir ki, aramızda önemli düşünce ayrılıkları vardır, zaman zaman küskünlükler, kırgınlıkla da yaşadık… Farklı düşüncelerin yan yana yaşayabilmesi, barış içinde kendilerini ifade etme özgürlüğünün olması da uygarlığın bir gereği olmalı… Cahit’in ısrarlı ve inatçı çabası, Yasemin’in mutfak ve lojistik konulardaki yöneticiliği, Taner’in parasal desteği ve olağanüstü hoşgörülü yaklaşımı ile bu buluşmayı gerçekleştirebildiğimizi sanıyorum.
Türkçe yanında Almanca ve İngilizce ile anlaştı topluluğumuz. Herkese söz verip düşüncelerini öğrenmeye çalıştık.
Birkaç gün olsun birlikte bizimle olmuş, tek tek bazılarımız ile daha önce de görüşmüş, Avusturyalı Tanya’ya (Yasemin’in gelini) Akçam ailesi için ne düşündüğünü sorduk. Hiç duraksamadan, “Hepiniz çok inatçısınız!” dedi. Biz daha uçaklardan inmeden Gulaşımızı hazırlamıştı Tanya… Yaptığı gözlem de olağanüstü başarılı geldi bana…
Yirminci yüzyıl başlarında büyük altüslüklere, acılara sahne olmuş Kuzeybatı Anadolu’daki bir köyde yoksul bir çocuk olarak dünyaya gelmiş, azmi ve kararlılığı ile Cılavuz Köy Enstitüsü’ne ulaşmayı başarmış, orada Selanikli Kemal Bey’in yetim kızı Perihan ile tanışıp öğretmen olduktan sonra evlenmiş, adını ansiklopedilere geçirtmiş, Hamburg’da adı bir kıyıya verilmiş, hayat boyunca hiç kimseye boyun eğmemiş, Köy Enstitülü yazarlar içinde en büyük kahrı çekmiş Dursun Akçam inatçılığı, Yirmi birinci yüzyılın yirmi ikinci yılına girerken çeşitli milletler ve diller arasında hiç kimsenin bir başkasının inancını sormadığı, kendisini dayatmadığı koca bir aileye yayılmış.
Nasıl da denk düşmüş Tosi dedemizin (dedemiz Deli Eyüp sen git al demiş soyadını) ailemiz için seçtiği soyadı… Akçam ağacı, kış yarılama törenlerinde eski Asya boylarından birçoğunun süsleyerek yeni gelecek baharı kutladığı bir sembol idi…
Milletleri, kültürleri, dilleri buluşturan bir uygarlık ağacı oldu…
Akçamlardan tüm insanlığa selam olsun…