ARDAHAN’DA STADYUMUN KİRİ…
Geçtiğimiz hafta memleketim Ardahan’daydım… Orada beş gece kaldım… Dün sabah Ankara’da kahvaltı yaparken Ardahan’ı düşündüm…
Masamda Ölçek Köyü’nden komşumuz Tütiye’nin yaptığı, dünya sıralamasında en başta gelmesi gereken çeçil peyniri, yine memleketimden gelmiş bal, kaşar, beyaz peynir; onların yanında da Çandarlı’da, Pazar yerinden aldığım, bir köylü anamızın kendi ağacından kendi elleriyle yaptığı zeytin… Çubuk’tan Çankırı’dan gelmiş güneş tadında domatesi, çıtır çıtır salatalığı, biberi de var yanında… Dışarıda kahvaltıyı sevmem, kaç yıldızlı olursa olsun hiçbir otelin açık büfe kahvaltısında sergilenen o ürünler benim masamdakilerle yarışamazlar…
İyi kötü gezmişliğim, dünya görmüşlüğüm var… Bu memleket bu kadar güzel doğal ürünlere, bu eşsiz, sağlıklı, yaşam kaynağı zenginliklere sahip iken neden hâlâ sıkıntı içinde; neden hâlâ kendi doğasına, kendi zenginliklere iki tane sahtekârın kârı için ihanet ediyor; kendisine ihaneti meslek tutmuş yalancıların arkasından gidiyor; yine bunun üzerine düşündüm… Aslında biliyorum; neden belli, sonuç belli… Bu işin en büyük sorumlusu biz aydınlarız. Kırk yıldır aynı şeyi konuşmaktan dilimde tüy bitti ama ben bizim aydınlarımıza, aydın geçinenlerimize anlatmayı başaramadım; ya da onlar anlamak istemediler.
Bir yanda Tütiye’nin peyniri, bir yanda Ardahan’daki dostlarımla yaptığımız sabah yürüyüşünde stadyumda karşımıza çıkan o çirkin manzara… Hafta sonu Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği’nin genel kurulu vardı stadyumda. Genel kurullarını bitirmişler, öylesine bir çöp yığını, öylesine rezil bir pislik yığını bırakmışlar ki geride, insanın midesi bulanıyor; Ardahanlı olmaktan utanası geliyor…
Bir de birlik olacaklar; Ardahanlı üreticinin sorunlarına çözüm bulacaklar, onlara yol gösterecekler. Önce kendi kapının önünü süpür sen kardeşim… Önce topluma karşı görevini yap, kendine bir bak aynada…
40 yıldır bir adım ileri gidemedik sanırım. Hatta geriye gittik. Bunun sorumluluğunu da kimse halka atmaya kalkmasın. Bu manzaranın en birinci sorumlusu gözünün önünü görmemekte direnen, hep kuru sıkı atıp gürültü koparan aydınlarımızdır. 40 yıl oluyor neredeyse. Ardahan’da Halkın Kurtuluşu ile Devrimci Yol yandaşı gençlerimizin tartıştığı çok kalabalık bir toplantıya katılmıştım. Ben de söz almayı başardım. Bu ülkenin ana sorunlarını görmezden geldiklerini, “Sosyal emperyalizm”, “Öncü Savaş” gibi sloganlarla halktan ayrı düştüklerini söyledim iyi niyetlerinden asla kuşku duymadığım arkadaşlara… Memleket sömürülüyor, köylü örgütsüz; devrimcilerin ilk işi köylüleri kooperatiflerde örgütlemek, tefeci bezirgân zümrenin ve onların siyasi partilerinin üreticiyi sömürmemesi için köylünün ekmek, süt, bal, peynir meselesine öncelikle eğilmek olduğunu söyledim. Gülüp geçtiler tabii ki; “Revizyonist”ten “Oportünist”e, hakkımda olmadık şeyler de söylediler; arkamdan güle güle… Onların bir kısmı faşizmin cenderesinde ezildi, bir kısmı kendi işini kurup başka bir âleme geçti… Ben yine Ardahan sokaklarındayım; ben yine Ardahanlı üreticinin derdindeyim…
Bugün de bakıyorum kırk parça olmuş siyasi partilerin uğraş alanlarına, söylemlerine, belediye kazanmış sosyal demokrat partilerin yaptıklarına… Çok az bir iki kıpırtı dışında bir üretici örgütlenmesi, bir kooperatif hareketi yok… Hiç olmazsa kurduğunuz pazar yerlerinde kooperatif ürünlerinin satılmalarını sağlayın, kooperatiflerin kurulup yaygınlaşmasını teşvik edin…
Birlik, kooperatif iseniz, önce kendinizi denetleyin… Köylerdeki hurda yığını durumuna gelmiş, tekellere hizmet eden şu traktör çılgınlığına, gösterişine el birliğiyle bir son verelim. Beş on traktörün tüm köyün işini sırayla kolayca halledebileceği köylerde yüzlerce traktör yatıyor kapıların önünde. Çoğu köylü onu bisiklet gibi kullanıyor…
Kaynaklarınızı boşa harcamayın, o yüzlerce traktöre vermiş olduğunuz parayı bir araya getirin kooperatiflerde, mandralar, üretim alanları kurun…
Kuzeydoğu Anadolu köylüsü kravat takıp maaş alacağı iş aramaktan, yöneticileri de fabrika kurup iş alanı açacağım diye nutuk atmaktan vazgeçmeli artık… Barajların doğaya verdikleri zarar üstüne bir de fabrika kirleri binmemeli. Ergene’den örnek almadınız mı?
Kuzeydoğu Anadolu köylüsü, kendi ahırını süpürmeyi, kendi hayvanını otlatmayı iş saymalı. Çoban bulunamıyor köylerde… Dışarıdan arkasında koyun sürüsüyle doğaya zarar verecek yabancı çobanlar tutuluyor. Yapmayın, etmeyin, gözünüzün yağını yiyeyim… Büyükbaş hayvancılık için biçilmiş kaftandır o yöre. Senin işin odur benim güzel kardeşim. Ahır süpürmek, karınla birlikte süt sağmak, hayvanını otlatmaktır. Dünyanın en üretken, en becerikli yaratığı Kafkas Arısı’nı senin doğana armağan etmiş bu coğrafya… Kıymetini bil. Durumun da hiç kötü değil… Benim çocukluğumda dört beş ineği olan bir ev zengin sayılırken şimdi ortalama bir evde on beş yirmi inek sağılıyor. Yılda iki tosun sattın mı, sana asgari ücretten kat kat fazla gelir sağlıyor. Süt örgütsüzlükten bedavaya gidiyor ama… Bu doğal ürünlerin şimdiden Türkiye çapında dağılımı, satımı var. Ardahan caddelerinde onlarca zavot, mandra dükkân açmış, Bir de dünyanın duyduğunu, bildiğini düşünün… Neden üç beş kişi kazansın, neden Ardahan ve çevre üretici köylüleri hâlâ yoksulluk çekiyor olsun?
Bu işe aydınlar önderlik etmezse, siyaset sahnesindekiler bu konulara ağırlık vermezse daha çok bakıp bakıp iç çekeriz Candarlı’daki köylü anamızın zeytinine, Tütiye’nin peynirine, Ardahan’daki birlik kongresinden sonra geriye kalmış stadyumun kirine.
Örgütsüz toplum sömürülen toplum demektir… Örgütsüz toplum, özgürlüğü bilmeyen toplumdur… Örgütlerin ilk işi de özdenetim olmalıdır; toplumsal görevleri kucaklamak olmalıdır.
Yalana, talana karşı mücadelenin temeli, sendikalarda, kooperatiflerde örgütlenmek olmalıdır.
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…