Seyhat ve Sidret bacılar… İki tarih kadın… Biri Ardahan Ölçekli Akçamların anası, diğeri Doğruların…
Birisi, Deli Eyüb’ün karısı, İsfendiyar’ın, Sultan’ın, Dursun’un ve diğerlerinin anası, (on üçte altı yaşatabilmiş), birisi, A. Kerim Doğru (Eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı), A. Mecit Doğru (Prof. Dr., benim de genel cerrahi hocam, Erciyes’te çığ altında yaşamını yitiren Dağcılık Federasyonu Başkanı), Yavuz, Ruhiye ve diğerlerinin (sekiz çocuğu yaşadı) anası. Seyhat ile Sidret’in babaları Ahıska göçmeni, 102 yaşında at üstünde kırık sarmaya giderken gördüğüm, 4 yaşındaki Alper’i öperken sakalları onun yüzüne batan Aslan Dede, anaları Bankisli (Kürt) Özerler’den Naze Nene… Naze de yüzü aştı sanırım yaşarken.
Bu iki kadın Anadolu’daki büyük evrilmeye farklı cephelerden aydın olarak katılmış cevval çocuklara analık yaptılar… Doğurdular, doyurdular, arkalarında durdular… Seyhat’ın İsfendiyar’dan olma iki torunu (Casim ve Dr. Rasim), Sidret’in iki kızı (Ruhiye ve Rahile) ile evlendiler…
Seyhat’ın kocası Deli Eyüp Ölçek Köyü’nü basan Ermeni çetelere karşı Ziyarat Tepe’den kurşun sıktı, o çeteciler tarafından ölüme mahkûm edildi, Gölebert’teki Rum dostu (Kirve Kosti diye seslendiği) tarafından uyarılınca Gülşan bacısının gelin gittiği Kunzulut Köyü’ne kaçıp uzun süre orada saklandı (sonradan torun A. Taner’in tezi nedeniyle kendisine diş bileyen soysuzlar o Eyüp’ü yurtdışında kurdukları sitelerde Gürcü kökenli Ermeni işbirlikçisi diye yazdılar utanmadan; dava ettik kendilerini), köylünün hortlak var diye korkup terk ettiği değirmene gece tek başına girip bekledi; duvardaki taşa bacadan düşen gagaç (kurumuş büyük ot) gölgesini tokatlayıp elini yaraladı, yaylada milleti korkutmuş, bir köyün köpeğini ürkütmüş Kaftarküski’yi (aynı adlı öyküde yazdım; özel tür bir Kafkas sırtlanı olmalı) çeperden alıp savurduğu taşla yaralayıp kaçırdı…
Sidret’in kocası Mehmet Efendi, Ardahan Adliyesi görevlisi olarak arı gibi çalıştı, Bacanak Eyüp’ün de katıldığı o tarihi olayları Ölçek Köyü Tarihi adlı anıt kitapta kendi olanaklarıyla ölümsüzleştirdi (www.dursunakcam.com da yayında), çok tutumlu bir adamdı (bazı yakınları arkasından Mösyö Kadis diye ad koymuştu); o küçücük memur maaşıyla Ankara’da apartman dikti, köyün mezarlığına duvar yaptırdı, Cami’yi ve köprüyü onardı.
Ankara’ya ilk taşındığımız yıllar, İçcebeci’de, Sidret nenemizin ve çocuklarının bulduğu, onların bahçesinde güzel kiraz ağaçları olan apartmana bakan bir kira evinde oturduk. Yöre ağzı gereği birbirlerine “Halaoğlu” (teyzeoğlu değil, bizde halaya bibi denir) diye seslenen, birbirlerini çok seven Dursun Akçam ve A. Mecit Doğru’nun tadına doyum olmaz yöresel bir dil ustalığı içeren parodik, ironik konuşmalarını dinlerken katıla katıla gülerdik. Sidret Nene’nin üst kattaki dairesinin salonunda tüm akrabaların katıldığı doğaçlama tiyatro oyunları oynardık.
Ömrümüzün en güzel yıllarıydı belki de… İç içe, gülerek, eğlenerek, dayanışarak, köydeki yaşamı Başkent’e de taşımış olarak yaşardık. Alt kat komşumuzun küçük bir olay nedeniyle bize doğru yüksek sesle bağırması Sidret Nenemizin adamların evlerini basmasına neden olmuştu.
Bu fotoğrafı sanırım İsfendiyar amcamın kızı, bir öyküm nedeniyle bana darılmış Hatice göndermiş olmalı. Telefonum değişti, kayıt silinmiş. Kendisine teşekkür ederim. Bu iki güzel insanı bize bir kez daha anımsattığı, yaşamımıza bir kez daha renklerin en güzelini kattığı için…
Romanlarımda öykülerimde var oldular, bundan sonra da hep olacaklar…
Elleri öpülesi Anadolu anaları onlar. Çetin günlerde cevval çocuklar yetiştirmiş dirençli kadınlar… Dursun Akçam bütün mücadele gücünü o Seyhat anadan almış olduğunu söylerdi… Sidret’in çocukları için de benzer bir durum olmalı…
Hey gidi güzel nenelerim benim. Sizden emanet aldım yaşam sevincimi; sizlerden dinledim ilk türküleri, ilk masalları, sizlerin anısıyla büyüdüm; sizlerin anısıyla yürüyeceğim yollarımı…
Işığınız eksik olmasın üstümden…