OSMANLILIK VE SOYSUZLARIN SOYU…

OSMANLILIK VE SOYSUZLARIN SOYU…

Sultan II. Abdülhamid’in 5. Kuşaktan torunu Berna’nın düğünü ülke kamuoyunu epeyce meşgul etti. Tarihçi İlber Ortaylı’nın tanık olarak katıldığı nikâh töreninde politika madrabazı Şevki Yılmaz’ın “soyluları süren soysuzlar” lafı da ülkesinin kurtarıcısına dil uzatan bir şerefsizlik örneği olarak tarih notları arasındaki yerini aldı.

Anadolu coğrafyasını düşman işgalinden, parçalanmaktan, yağmalanmaktan her türlü ahlâksız saldırıdan kurtaran bir kahraman ve silah arkadaşlarına, bu toprakları kanlarıyla sulamış milyonlarca yurt evladına hakareti hüner sayan o madrabaz hangi soydandır bilmem ama ben kardeş katilliğini hüner sayan, kendi kurucusu soyun dilini, kültürünü dağ başlarına süren, devşirmelerle, cariyelerle gün geçiren yozlaşmış Osmanlı sarayı soyundan gelmiyorum. İktidarda kaldığı otuz üç yıl boyunca, o günkü ülke topraklarının parçalanmasının, 31 Mart Vakası gibi bir karanlık ayaklanmanın, Mithat Paşa gibi reformcu bir sadrazamın boğdurulmasının, Düyun-u Umumiye ile ülkenin tüm varlığının emperyalist tekellerin kontrol, denetim ve sömürülmesine yol açmış bir kurumun kurulmasının mimarı olmuş; yüzlerce cariyenin, söylenmesi bile akla zarar Batılı bankalarda saklanan hazinelerin sahibi bir padişahın soyu da şanı da, Şevki Yılmaz’ın aç ve cahil ruhuna armağan olsun…

Tarihte bir seçim yapmam gerekiyorsa, kendimi dört yüz atlıyla girdiği Anadolu topraklarında bir adalet dağıtıcısı olmuş, diline ve dinine bakmaksızın, işlediği toprağı üzerinde ter dökene miras hakkı olmaksızın “Beytülmal” kılmış, “Dirlik Düzeni”ni kurmuş Gâzi Ertuğrul’a kendimi daha yakın hissettiğimi söyleyebilirim.

Babası Abdülhamid sarayında rütbeli askeri hekim olmasına karşın Kuvayımilliye’ye katılmış ve savaştan sonra Ardahan Hanak’ta köy öğretmeni olarak görev almış, orada bugün öğretmenevi olarak kullanılan yapıyı kurmuş, ailesi Bekdik Beyliği’nden gelmesine karşın kendisine Akıncı soyadını seçmiş Selanikli Kemal Dede’min torunuyum ben… Bir yanım Ahıska’ya, bir yanım da Naze Nenem ile Hoçvan’a uzanır.

Benim soyum, başkalarının emeği üzerine saraylar saltanatlar kuranların değil, çalışan, üreten, helal ekmek yiyenlerin, ekmeğini de acısını da sevincini de yurttaşıyla, komşusuyla paylaşanların soyudur. Benim soyum, türkülerden, masallardan, destanlardan, fıkralardan, el ele tutulan horonlardan, halaylardan beslenir…

Tam da yerine denk geldi. Zülfü Livaneli’nin “Kaplanın Sırtında” adlı, Abdülhamid’in Selanik’teki sürgün yıllarını anlatan romanını yeni bitirmiş, “Mutluluk’tan Kaplanın Sırtında’ya Romanda Zaman Ruhu” başlıklı bir makaleyi kaleme alarak “academia.edu” adlı, dünya çapında milyonlarca öğretim üyesinin üyesi olduğu bloğa yüklemiştim. Livaneli, romanı yazarken Sultan Abdülhamid’in hekimliğini yapan Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’in tuttuğu notlardan yararlanmış ve belki de bunun için dönem ruhunu çok güzel anlatan, romanları içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan o güzel eseri yapıtları arasına katmış.

Her şeye karşın, kendisini Osmanlı soyundan geliyormuş gibi hisseden o din bezirgânları baksın bakalım düğün fotoğrafına. Berna Sultan’ın saçlarının açık olduğunu göreceklerdir. Abdülhamid de zaman zaman (2. Dünya Savaşı bitiminde Sovyet orduları girdikleri Berlin’deki Alman Dışişleri Bakanlığı binasında ilgili belgeleri ele geçirmişlerdi) Almanların da akıl vermesiyle Halifeliğini kullanarak İslam adına birilerini kışkırtmaya kalkışmış olsa da modernlik yanlısı bir padişahtır. Yüzbaşı Atıf Bey, köşkte yankılanan saray ailesinin çaldığı piyanoları duymuş, onların Batılı giyimlerine de yakından tanıklık etmiştir. Abdülhamid’in peçe ve kara çarşafa karşı bazı buyrukları nedeniyle eleştirildiği de bilinir.

Abdülhamid, sarayını, haremdeki kadınlarını, şan ve şatafatını, İttihat Terakki’nin yabancı banka temsilcilerini aracı kılarak el koyduğu akıl almaz servetini korumak için saltanat sürüyordu. Bağımsız devlet kurmak isteyen Ermenilerin üstüne Kürtlerden oluşmuş kendi adıyla anılan Hamidiye alaylarını sürerek, ayrılıkçı Yunan ve Bulgar kuvvetlerini birbirine düşürmeye çalışarak iktidarını yürütüyordu.

Abdülhamid ve şürekâsının da, diğer yozlaşmış saray erbabının da bu güzel coğrafyaya ter döken, üreten, işleyen halklarla, güzel dilimiz Türkçeyle hiçbir ilişkisi yoktu. Şimdi dini sembolleri kullanarak halkın temiz inancını politikalarına araç kılmış, dini de imanı da çıkar ve iktidar olan bezirgân politikacılardan bir nebze daha olumlu yanları olduğunu da açıkça söyleyebiliriz.

Asıl soysuzlar, kendi dillerine, kendi kültürlerine, bu güzel yurda ter döken insanlarına saygısı olmayan politika madrabazlarıdır…

Selam olsun soylarımızı taçlandıran Türkiye Cumhuriyeti kurucularına…

Gününüz aydın olsun değerli dostlar…

 

20 Şubat 2024, Alper Akçam

 

 

About Post Author