KURA CANDIR!

KURA CANDIR!

İnsanoğlunun doğaya karşı çıkar ve iktidar hırsıyla saldırısı geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaştı. Orman yangınları, sel baskınları, hortumlar, fırtınalar… Gün geçmiyor ki bir doğal felaket, bir çevre yıkımı haberi almayalım… Çocuklarımızı, gelecek kuşakları çok zor günler bekliyor.
Bütün toplumsal kaygıların ve akılcıl doğa koruma önlemlerinin betonlaşma ve müteahhit kârı nedeniyle yok sayıldığı, maden arama uğruna koca mitolojik Kaz Dağları’nda ormanların tıraşlandığı, Karadeniz’de yaylaların petrol tüccarı yabancılara peşkeş çekildiği, nehirlerin kirlendiği, derelerin abuk subuk barajlarda tutuklandığı Türkiye’de doğa yıkımı zirveye çıkmış durumda…
İç Anadolu’dan başlayarak ülkemiz hızla çölleşmeye doğru ilerliyor… Birçok yöremizde göller çekildi, karaya çıktı, nehirlerde ve denizlerde balıklar yaşayamaz duruma geldi…
Tam da böylesi bir ortamda, üzerine eklenmiş üretim kayıpları ve kamunun geçim kaynaklarının satılıp kapatılması sonucu alt üst olmuş, karşılığında güvenilir bir üretim kaynağı kalmamış paramız da pula dönmüşken, çok hızlı bir değer kaybı ve pahalılık yaşanırken, biz ülkemizin en büyük su ve geçim kaynaklarından olmayı sürdüren Kura nehrinin geleceğini konuşacağız…
Kura Nehri, kutsal Kuran adının etimolojik kaynağında da yer alan, bu kutsal kitapta da “cennet mekân” diye tanımlanan, Anadolu’da çok değil,30-40 yıl sonra yaşanabilir sınırlı coğrafyalardan bili olarak kalacağı söylenen Kuzeydoğu Anadolu, başka bir deyişle Güneybatı Kafkasya’nın can damarıdır. Bu bölge aynı zamanda dünyanın en uzun diline sahip, çok farklı çiçeklerden nektar toplayabilen Kafkas Arısı’nın da yurdu olarak, hatta Fırat ve Dicle’ye kadar birçok akarsuya ilk doğuş yeri olarak, doğal yaşamın can damarıdır. Yeryüzünde yalnızca bu bölgeye özgü olan Kafkas Arısı, aynı zamanda yöredeki kır çiçeği zenginliğinin de ekolojik ve kutsal bir göstergesi gibidir. Kura nehrinin beslediği, dünyanın en değerli Sarıçam Ormanları’nın (Pinus Silvestris) da sigortası olduğu, yüz binlerce insanın üç beş inek, dört beş kovan arı ile karnını doyurduğu, kaz etinden, dünyanın en değerli balına, rakipsiz olması gereken peynirine kadar doğal ve sağlık kaynağı ürünlerin pazarlanabildiği bir yörenin can damarıdır.
Ve tüm bu gerçeklerin en acı tarafı da üreticilerin örgütsüzlüğü ve neredeyse kimsesiz kalmış oluşudur… Yörede ivedilikle bir kooperatifleşme hamlesi başlatılmalı, büyükbaş hayvancılık için dünyanın en uygun florasının bulunduğu yöre ve üretici soygundan, gurbet ellerde iş aramaktan kurtarılmalı, fabrikalaşma gibi çevreyi kirletecek birtakım zararlı hayallerden vazgeçilmelidir.
Şimdiye kadar bu güzel nehrin, bu efsaneler, destanlar çağlayanının, sihirli suların, Kura Nehri’nin nehrin değeri bilinmedi, gereksiz barajlarla çevrenin ekolojik dengesi sarsıldı. Önemli gerilemeler oldu. Geçen yıl arı kovanı, arı sayısı ve bal üretimi neredeyse yarı değerinin bile altına düştü…
Kâr ve çıkar amacıyla doğaya yönelmiş yıkımın son aşaması,  Kura Nehri sularının Beşikkaya Gülüç Barajı aracılığıyla Çoruh’a aktarılması ve bu vadiye kurulmuş çok sayıda baraj ve HES’in su kaynağı olarak kullanılması olacak… Bu arada Yusufeli de su altında kalacak… Bizim yaylaların, ormanların ve otlakların, başka bir deyişle halkın yaşam ve geçim kaynaklarının da bir biçimde kurutulması ile idam fermanı sayılacak bu girişime karşı verilen bazı hukuki mücadeleler de ne yazık ki kaybedildi.
Yörenin siyasileri ve yerel yöneticilerinin bu soruna çok büyük bir duyarlılıkla eğildikleri söylenemez. Kura Nehri’nin kurtarılması için Dursun Akçam’ın öğrencisi, emekli Başkomiser  Cevdek Şentürk’ün sürdürdüğü hukuk mücadelesinde hemen hiç destek göremediğini büyük bir üzüntüyle izledik.
Üç gündür İstanbul Maltepe’de, Kars-Ardahan-Iğdır Tanıtım Günleri’nde, dostlarımızın, kardeşlerimizin yanındayız Yörenin değerli doğal ürünleri yanında kültürümüzün, varlığımızın bir kolu olan kitaplarla, Dursun Akçam’ın, Ümit Kaftancıoğlu’nun yapıtlarıyla da yer alıyoruz. Edebiyat da halkımızla birlikte sokaklara, meydanlara çıktı. Bir yandan yörenin çok değerli, mücadeleci, yurtsever Âşık Şenlik geleneğinden gelen âşıklarını dinliyoruz, el ele halaylar kuruyoruz…
Bugün Kura Nehri’ni konuşacağız. Hukuk mücadelesi bitmiş görünüyor olsa da bizim mücadelemiz henüz bitmedi. Son yıllarda verdiği birçok karar tartışılır duruma gelmiş güdümlü yargıdan önce insan aklı ve geleceğimize yönelik kaygılar söz sahibi olabilmelidir.
Kura candır! Canımızı canımız uğruna koruyabilmek için geçirilecek bir tek anımız bile kalmamış görünüyor. Söz ve karar, çıkarın, iktidarların değil, canın, hayatın, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği olmalıdır…
Yıllar önce, sanıyorum 2012 kışıydı, bir Kura mitinginde yaptığım konuşmayı bitirirken attığım o sloganı tekrarlıyorum şimdi… Geçmiş Bir Zamandı adlı romanda ölümsüz kılmaya ant içtiğim, on yıllar önce orman kesiminden yana olanların tarafında iken benim yaptığım konuşmayla, karar değiştirmiş, belki de birilerinin kışkırtmasıyla bana yöneltmeyi düşündüğü tabancasındaki tüm mermileri havaya sıktıktan sonra koşarak yanıma gelmiş, gözlerinden akan yaşlarla boynuma sarılıp ağlamış (bütün rahmetler üstüne olsun) Kel Eko’nun sesiyle bağırıyorum şimdi…
Bu ormanları kesenin de… Bu suları kirletenin de… Kuramızı elimizden alıp başka yere götürenin de…
He ola he! He ola he!

About Post Author