KARABÜK CUMHURİYEİTTİR!

KARABÜK CUMHURİYEİTTİR!

1979 yılının soğuk bir Şubat günü tanıştım Karabük’le… Adını duymuşluğum vardı; o kadar…

SSK Ankara Dışkapı Hastanesi’nin isyankâr asistanı, sonradan dönemin 11’ler hükümetinin bakanı Hilmi İşgüzar yönetimindeki SSK yetkilileri tarafından dosyasına “Büyük hastanelerde çalışması sakıncalıdır” notu düşülmüş, ameliyathanesi olmayan SSK Yalova Dispanseri’ne sürülmüş çiçeği burnunda bir genel cerrahtım…

Suçum çok büyük olmalıydı. Dışkapı SSK Hastanesi Acil Servisinde kanlar içindeki yaralıların bir kenara bırakılıp öncelikle kendisiyle ilgilenilmesini isteyen bir genel müdürlük yetkilisi (veya onlardan birisiyle özel ilişkileri olan) bir hanımefendiye sırasını beklemesini söylediği için ifadesi bile alınmadan kendisine ceza verilmiş bir cerrahi asistanına sahip çıkmış, hastanede başhekim dışında tüm hekimlerin imzalarını toplayarak durumu protesto etmiş, Ankara Tabip Odası aracılığıyla basına duyurmuştum. Öncesinde de çok suçum vardı… Hastalarına çok iyi bakmış, gece gündüz ameliyat yapmış, nöbetlerde başını yastığa koymadan hasta hasta dolaşmış ve geçici stajlar için gittiğim bütün klinik şefleri tarafından kendi asistanı olmam istenmiş biriydim ama, aynı zamanda siyasi bir kimliğim de vardı… Karşıdaki Yıldırım Beyazıt öğrenci yurdundaki kendini milliyetçi sanan birilerinin bıçaklı sopalı saldırısına uğramış üç iş arkadaşımız için yüzlerce ak önlüklü hastane çalışanını bahçeye çıkarıp konuşma yapmıştım; hastane bahçesinden atılan “Kahrolsun Faşistler!”, “Bağımsız Türkiye!” sloganları ile inlemişti Dışkapı…

Daha neler yoktu ki sicilimde… Ankara Tabip Odası çalışmaları, Pahalılık ve İşsizlikle Mücadele Derneği, Devrimci Derleniş gazetesi, Kuşcağız ve Tuzluçayır’da iki gecekondu derneğinde hasta muayeneleri ve devrimci yayın dağıtma çalışmaları ve başkaları…

Sonuçta sürgündüm işte; sicili bozuk biriydim… Dönemin güzel gazetecisi Mustafa Ekmekçi ve babam Dursun Akçam’ın girişimleriyle, yargıya başvurulacağı da söylendiğinden, bir orta yol bulunmuş, Karabük’e atanmam uygun görülmüştü…

Orada, ilk kez gittiğim ve hiçbir yakınımın, tanıdığımın olmadığı o şehirde, demir tozlu bir vadide çok güzel insanlarla tanıştım… Gece gündüz hayatı üretiyordu onlar… 3 Nisan 1937 yılında kurulmuş Karabük’ün Demir Çelik Fabrikaları’nda çeliğe su veriyorlardı; yüksek fırınlarda ter döküyorlardı… Zonguldak’tan gelen karaelmas ile Divriği’den gelen demir cevherini kaynaştırıyorlardı. Yeşil Mahalle’de, Filyos çayı boyunca kurulu haddanelerde çıplak elle kor halindeki erimiş demiri, sabahlara kadar çubuk demire dönüştürüyorlardı… Gece gündüz yaralanmış, parçalanmış emekçiler taşınıyordu hastaneye… Zamanın “tam süre yasası” gereği doktorları ayrılmış çevredeki illerden, ilçelerden, zamanın neredeyse çalışan tek hastanesi olarak kalmış SSK Karabük Hstanesi’ne yirmi dört saat hasta yağıyordu…

Onların hekimi oldum… Gönlü güzel Yeniceli anaların, Ulus’ta ekmeğini taştan çıkaran çalışkan gençlerin, Eskipazarlı köylülerin, Bartınlı eli kınalı kızların, Ovacıklı temiz yürekli insanların… Ayrıca Trabzon’dan, Kars’tan, Van’dan gelmiş binlerce üretici insan vardı orada. Hepsinin cerrahı oldum…

Orada, o demir tozlarının kıraç ormanlar üzerine indiği vadide, bambaşka bir dünya vardı… Onlar alavere, dalaverenin, alıp satmanın, insan kandırmanın değil, hayatı üretmenin ustalarıydı…

Onlar için çalıştım… Kısa bir süre için hekim olarak kalıp askere gitmeyi düşündüğüm o güzel şehirde tam on yedi yıl yaşadım. Hiçbir bayramda evime tatlı almadım; hiçbir yılbaşında kasaba, pazara gitmedim… Pazarlarında param geçmiyordu sanki… Neredeyse tümü de beni tanımış hastalar, üretici kadınlar çıkınlarımı doldurmak için yarış ediyordu…

Üç gün hiç uyumadan çalıştığım oldu… Ameliyatını yaptığım hasta zor durumda kalınca kendi O, Rh (-) kanımı hiç çekinmeden verdim. Ne kan bankası vardı çünkü, ne de hazır kan… Bir küçük karşılaştırma (cross-match) ile benim damarımdan çıkan kan hastamın damarına geçti…

Ben o şehri ve o halkı çok sevdim… Onlar da beni… Futbol oynadım onlarda, Kayabaşı kahvelerinde Maçakızı kavgalarına, bağrışmalarına oturdum… Demispor’da, Esnafspor’da futbol oynadım. Kaptan da oldum, kulüp başkanı da… Atatürkçü Düşünce Derneğini kurdum… D.Ç. Kababükspor’u Birinci Lig’e (şimdiki Süper Lig) çıkaran yönetimde ben de vardım.

Karabük beni bağrına bastı… Unutulmaz anılarım oldu orada… Kendi yaşamımı tehlikeye atarak karşıt görüşlü bilinen, otomobiline bomba konmuş siyasilerin yaşamını kurtardım.  Metin Türker gibi yiğit sendikacılarla tanıştım… Belediye başkanlığı, milletvekilliği yapmış çınar hekim, Dr. Necmeddin Şeyhoğlu abim karşımda ceketinin önünü iliklediğinde mahcubiyetten yerlere girdim (bu şehirde karşısında düğme iliklenecek tek insan sensin demişti bana)… Cübüş Adnanlar, Çorbacı Ahmetler, Konyalı Apolar, Yavru Metinler, Şalter Kemallar… Daha niceleri… Benim can dostların oldular…

Karabük, seni çok sevdim ben… O özelleştirmeler, o satılmalar, o yozlaştırmalar benim de canımdan can kopardı sanki. Şimdi o benim ilk tanıştığım yıllardaki gibi, mühendislerin, memurların, işçilerin lokallerinde insanca yaşadığı, yüzme havuzlu, sinemalı, pırıl pırıl bahçeli lojmanları olan bir şehir değilsin…

Ezdiler seni, yozlaştırdılar, betonlara boğdular ama o güzel insanını yok edemediler…

Dünya durdukça dur sen Karabük. Hep üreten, hep bağrına basan, hep doyuran, hep kardeşçe paylaşılan yer olarak kal…

Umudumuz ol Karabük; hep üreten ve paylaştıran sılamız ol…

Çok yaşa sen Karabük; çok yaşa ey Cumhuriyet şehri!

 

About Post Author