İsmet Paşa ve urgan, ülkücü Hace Bektaş, geneleve helva götüren ermiş

ABBAS DEDE’NİN KATIRININ URGANINDAN DA İSMET PAŞA SORUMLU

“Komşumuz Abbas Dede’nin evinin yanında avlusunun kıyısındaki çayıra katırını bağlamış. Sağlam bir sikkeye (demir kazığa), yeni ve sağlam bir urganla. Katır urganın yetiştiği yere kadar çayırları yemiş, bitirmiş. Gözünü dikmiş kıyısındaki yemyeşil avluya. Uzana uzana, asıla asıla urganı koparıp dalmış avluya. Yiyeceğini yemiş ama domates, biber, patlıcan, salatalık ne varsa çiğnemiş, ezmiş onları da. Hem de benim gözümün önünde. Ben işin farkında bile değilim. Baktığım gördüğüm yok. Oturmuş bir taşın üstünde kitap okuyorum. Ayrı dünyadayım sanki. Hoş, katırın boşanması, avluya dalması benim sorumluluğumda değil ama komşuluk görevi görmem, bakmam lazımmış.

Abbas Dede’nin gürlemesiyle kendime geldim. ‘Kör müsün, görmüyor musun? Avanak çocuk, aptal çocuk!’ diye epey çıkıştı bana. Sonra o yepyeni urganı eline aldı. Kopan yerlerine baktı öfkeli öfkeli. ‘Geçmişini bilmem ne yaptığımın sağırı’ diye ağır bir küfür savurdu. Sağır dediği Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’ydı. Cumhurbaşkanı adam gibi cumhurbaşkanı olsaydı, Çankaya’daki tepeden herkesi gözetseydi, baksaydı. Denizli’nin Kayasar köyündeki urgan dokuyanları görür, çürük urgan dokumalarını önlerdi. Urganın çürük çıkmasından Cumhurbaşkanı İsmet Paşa sorumluydu ve küfürü hak etmişti. Böyle düşünüyordu Abbas Dede haklıydı. ‘Balık baştan kokar’dı.”[1]

TRT Yapımcısı ve 1980 öncesi CHP Milletvekili olan Sami Gökmen’in hoş anılarından bir bölüm…

 

GENELEV KADINLARINA HELVA GÖTÜREN ERMİŞ

Devir Osmanlı devri, yer Erzurum.

Erzurum’da şimdilerde Oltu taşından yapılma hediyelik yerel ürünlerin satıldığı Rüstempaşa Bedestanı, genelevdir 19. yüzyılın ikinci yarısında.

Genelevde çalışan kadınların dışarı çıkması yasaktır, esir gibidirler. Bir gece bu durumu konuşur ağlaşırlar yazgılarına. Sonra birisi “Canım bir sıcak helva istiyor, burada yapacak malzeme de yok” der, ötekiler de bu isteğe katılırlar.

Katılırlar ama helva nerede?

Helva bir ermişin evinde kavrulmaya başlar tam o sırada. Ermiş karısına “Kalk helva kavur, bir yerde canı çok isteyenler var, onlara götüreceğim” der. Kadın söylene söylene ermişin bu isteğini yerine getirir.

Helva kabı bir bohçaya sarılmış Ermiş’in elinde, dayanır genelevin kapısına. Bekçiler tanıyorlar o ulu kişiyi, elini öpüp uyarırlar:

“Aman efendim yanlış geldiniz, burası size göre bir yer değil, nereye gidecekseniz biz yardımcı olalım.”

“Yanlışım yoktur, ‘niyetin hara, menzilin ora’, menzilim buradır, açın kapıyı” der, açarlar şaşkınlıkla.

Kadınlar da çok şaşırırlar bu garip kişiyi görünce.

“Alın bakalım, helva istiyordunuz, alın yiyin afiyetle, ama bundan böyle gece yarısı canınız helva istemesin, ben yaşlı adamım, getirirken zorlanıyorum” der Ermiş ve helvayı bırakıp çıkar.

Bu ders ve anlam dolu anekdotu bana Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın torunlarından Feyyaz İbrahimhakkıoğlu anlatmıştı yarım yüzyıl önce. Onu da bu vesileyle saygıyla anmış olayım.

Peki neden aktarıyorum ben şimdi anekdotu? Şundan: Bir o günün ermişine bakınız, bir de bugünün mal-mülk, makam-mevkii, siyasi çıkar düşkünü tarikat şeyh ve gavslarına. Bunları, ellerinde helva bohçası ile genelevde düşünebilir misiniz?

 

ÜLKÜCÜ HACE BEKTAŞ VELİ

“Türk Milleti, Cihana Hâkim Olmak İçin Yaratılmıştır.

Hace Bektaşi Veli”

Bu sözü paylaşıp duruyorlar internette, birisi de araştırıp sorgulamıyor, bu söz Hace Bektaş’ın hangi eserinde yazılı, kaynağı ne, doğru mu, diye.

Paylaş gitsin, ülkücü, Türkçü et Hace Bektaş’ı da, nasıl olsa ortalık senin gibi mallarla dolu.

 

[1] Sami Gökmen-Derin İzler Köy Enstitüsü’nden Milletvekilliğine/Gürer Yayınları

About Post Author