Erzurum Hasankaleli ünlü palavracı Teyyo Pehlivan, kahvede anlatıyordu;
“-Bir gün rehmetlik İsmet Paşa, Çörçil’inen poker oynir, ben de oturmuş seyredirem. Çörçil, “Kuzey İrlanda’yınan açık” dedi. İnönü de masaya Doğu Anadolu’yu sürdi ve gördi.
Hemen atıldım:
-Aman Paşa Hezretleri, Doğu Anadolu’yu verirsen, e peki Hasangala ne olacah, bizim evler, ereziler ne olacah?
İnönü böyük adamıdı, hemen annadi hetasını, dedi:
-Doğu Anadolu’yu goyiram masaya, ama Hasangalası’ynan Teyyo Pehlivan’ın mali mülki hariç…”
Dış politika işi elbette Teyyo’nun iletili, anlamlı, ironik palavralarına sığmayacak, onlarla ölçülmeyecek kadar ciddi ve de riskli bir iştir. İsmet İnönü’nün dış politikasını öğrenmekse yeni kuşaklara tarih ve diplomasi alanında çok şey katacaktır.
İsmet Paşa’nın İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği doğru, derin, uzak görüşlü, dikkatli ve sonuç alıcı siyasetine ilişkin önemli bir yazıdan alıntı yapacağız önce. Kurtul Altuğ’un bir yazısından.
Altuğ, bu yazısında İsmet Paşa’yı Hitler’e benzeten Recep Tayyip Erdoğan’a yanıt da veriyordu:
“Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede tarafından İsmet Paşa’ya ulaştırılan mektuptan dün söz etmiştik. Bu mektubu kitabına alan dostum Orhan Karaveli’ye teşekkür ediyorum. Eğer Karaveli o ‘Berlin’in Yalnız Kadınları’nı ve savaş acılarını anlatan, kitabını bana ulaştırmasa ve ben de Sayın Başbakanın kürsülerde İsmet Paşa’nın Faşist diktatör Hitlere benzetmesine bu yanıtı veremeyecektim (Kaynak-Orhan Karaveli- Berlin’in Yalnız Kadınları-S-67- Doğan- egmon yayıncılık.)
Hitler mektupta Bulgaristan – Türkiye- Almanya arasında kurulacak bir ortaklık işaret ediyor ‘Fırsat varken bunu kabul edin ve bizim safımızda savaşa katılın. Yoksa!’ diyordu.
İsmet Paşa savaşın o yıllarında yani 1941 yılının Şubat ve Mart aylarında tehdit kokan o mektuba gerçek devlet adamlarına özgü diplomatik nezaket içinde şu yanıtı vermişti:
‘Ekselanslarının Büyükelçilik aracılığıyla bana gönderdikleri mektubu almakla onur duydum. Bu mesajı göndermek suretiyle gösterdiğiniz nezaket nedeniyle size teşekkür ederim. Mektubunuzun, Cumhuriyet hükümetine bildirdiğim içeriği hak ettiği eksiksizliğiyle incelenmiştir. Ayni cephede birlikte katıldığımız ve onuru ile acılarını gene birlikte paylaştığımız son büyük savaş ertesinde Türkiye’nin siyaseti Milli Mücadelemizin başlangıcında belirlenmiş çizgilere her zaman sadık kalmıştır. Bunlar Türk bağımsızlığının en mutlak biçimde güvence altında tutulması ve başkalarının haklarına hiçbir müdahalede bulunmaksızın barışçı bir gelişmenin sürdürülmesidir. Ekselanslarının da bildikleri gibi Türkiye’nin 1939 ilkbaharından bu yana izlediği siyasetin temelinde de aynı prensipler yer almaktadır. Türkiye, toprak bütünlüğünü ve dokunulmazlığını şu ya da bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri oluşumların şekline göre değerlendiremez ve saldırıdan korunmuş olma konusundaki kutsal hakkı üzerinde herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer çerçevesinde hüküm yürütülmesine izin veremez. Türkiye bu nedenle, olası her müdahaleye ulusal egemenlik alanı içinde karşı koymaya kararlıdır.”
Ve İsmet Paşa büyük bir diplomatik nezaket içinde devam ediyordu.
‘…Ekselanslarının da kabul edecekleri gibi yaşanan değişiklikler Türkiye siyaset ve tutumunun dışındaki sebeplerden kaynaklanmıştır ve İtalyan-Yunan savaşının çıkışından beri ülkemin en ufak bir sorumluluğundan söz edilemez. Dün olduğu gibi bugün de inanıyoruz ki, Türk ve Alman ordularını karşı karşıya getirecek herhangi bir neden yoktur… Alman hükümeti bu konuda verdiğimiz sözlerle bağdaşmayacak istekler bulunmayacağı güvencesini tarafımıza birçok kez tekrarlamıştır.’
Bu satırlar o uzun ve ibret verici uzun mektup hem geçmişten hem gelecekten söz ediyor ve “Türk Ordusu Alman hükümeti cumhuriyet hükümetini tutumunu değiştirmeye mecbur edecek önlemlere girişmediği sürece Alman birliklerine karşı aynı şekilde davranacaktır…”
İsmet Paşa Balkanlar da ki durumun kritik bir evresinden söz eden Alman devleti Şansölye ve Führer’inin gönderdikleri mesaja atıf yaparak konuşmasını şöyle tamamlıyordu:
‘Benim de Türkiye’nin görüşünü anlatmamı arzu ettiğiniz izlenimini edindim. Dünyanın halen içinde bulunduğu tehlikeli durum, halklarının karşısında sorumluluk yüklenmiş olan liderlerden öyle bir dil kullanmalarını istemektedir ki onları, yakın veya uzak gelecekte ortaya çıkacak olaylarla yalanlamaya mahkûm etmesin. Mesajınızı özellikle bu açıdan memnuniyetle karşıladım.
İsmet İnönü
Türkiye Cumhuriyeti Başkanı.’
Bu mektup bir devlet adamının böyle durumlar da ülkesinin çıkarlarını ne şekilde koruması gerektiğinin kanıtı olarak muhtemeldir ki Çankaya arşivlerinde bulunmaktadır.
Tanrı aşkına bu mektubu yazan adam, bu yürekli Cumhurbaşkanı nasıl olur da dünyayı kana bulayan Hitler’e benzetilir? Bu mektubu son derece kritik kararlar almakla yükümlü ve tarihe karşı sorumlu Sayın Erdoğan ve özellikle şimdi İsmet Paşa’nın koltuğunu işgal eden Sayın Kılıçdaroğlu okumalı hatta ezberlemelidir.
Dedim ya! Devlet adamlığı zor iştir ve pazarlardan satın alınamaz, birileri tarafından ihsan edilemez.”[1]
Ve şimdi de çok önemli bir kitaptan söz edelim. Kitabın adı: “İsmet İnönü’nün Dış Politikası”, yazarı, eski kadın diplomatlarımızdan Doç.Dr. Hüner Tuncer.
Lozan’la başlıyor kitap. Emperyalist ülkelerin mağrur ve şımarık diplomatlarına “Bu sağır ve cüce adam” kök söktürüyor. “Lozan, zafer sözcüğünden başka hiçbir sözcükle ifade edilemez” yargısını seslendiriyor Hüner Tuncer.
İkinci Dünya Savaşı çıkmadan bu savaşın çıkacağını tahmin etmiş İsmet Paşa, “Yeni bir dünya savaşını kesin ve kaçınılmaz olarak görüyorum” demiş. Ülkeyi savaş dışında tutma stratejisini ta o zamandan belirlemiş. Hüner Tuncer, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm evrelerini ayrıntısıyla okuruna aktarıyor. Bu aktarımı okurken İsmet Paşa’nın tam bir diplomasi satrancı oynadığını, başarıyla oynadığını anlıyoruz.
Türk-Sovyet ilişkileri bu savaş boyunca hep gergin gidiyor. Türk devlet adamları, Almanya savaşta yenilirse, Avrupa dengesinin Sovyetler lehine bozulacağı konusunda kaygılılar. Ve haklı çıkıyorlar bu kaygılarında, savaş biter bitmez bizden toprak talebinde bulunuyor Stalin’in SSCB’si.
Hitler ve Churcill, Türkiye’yi farklı pozisyonlarda tutmak ya da savaşa çekebilmek için yoğun çabalar gösterip ayak oyunları yapıyorlar, ama nafile… Almanlara krom satmamamız yolundaki İngiliz talebini reddetmemiz da tam bir tutarlılık ve yüreklilik örneği.
Doç.Dr. Hazal Papuççular şöyle özetliyor İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı sırasındaki dış politikasının temel hedefini:
“İnönü’nün savaş sırasındaki dış politikasının temel hedefi, kuşkusuz Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumaktı. Cumhurbaşkanı, savaşın büyük bir bölümünde bu hedefin savaş dışı kalarak sağlanacağını düşündü ve ülkenin diplomasisini buna göre oluşturdu. İnönü kişisel olarak bütün mesaisini dış politikaya vakfetmişti. Büyük bir savaş sırasında ve çoğu zaman baskı altında savaş dışı kalmaya çalışırken, zamanının büyük bir kısmını dış politik alana harcaması şaşırtıcı değildi. Bunu yaparken de Dışişleri Bakanlığıyla sürekli bir iletişim halindeydi. Dönemin bir kısmında Dışişleri Genel Sekreterliği ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerini ifa eden Cevat Açıkalın ve Feridun Cemal Erkin’in Weisband’a verdiği bilgilere göre İnönü tüm diplomatik yazışmaları okuyup değerlendiriyor ve Dışişleri bürokrasisi ile sık sık toplantılar yapıyordu.”[2]
Şevket Süreyya Aydemir’in bir saptaması be değerlendirmelerle tam olarak örtüşüyor:
“İkinci Dünya Harbinde Türkiye’nin halledilecek hiçbir davası yoktu. Varlığının devamını düşünmek ve korumaktan başka.”[3]
Kesinlikle öyle… Bu “öyle”yi bozmak uğruna ne ödünler verilmiş ne vaatler yapılmış Türkiye’ye. İşte onlardan çarpıcı bir örnek, İnönü anlatıyor:
“Daha ilk zamanlarda, yani henüz harp patlamadan önce biz, Fransa, İngiltere ve Rusya ile sadık müttefikler olarak ilişkiler kurma peşindeydik. Ama Rusya ile Almanya anlaşınca bu üçlü ittifak arzularımız parçalandı ve Almanya ile Rusya arasında, Türkiye üzerine pazarlıklar başladı.
Fakat bu Alman-Rus dostluğu çok sürmedi. Alman-Rus harbi başladı ve İngiltere, Rusya aynı safta birleştiler. Bu sefer de Almanlar, Rusya aleyhine biz tekliflerde bulunmaya başladılar. Bize hatta Kırım’a kadar vaat ediyorlardı.
Ruslara gelince, onlar da Bulgaristan’ın güneyini, Batı Trakya’yı, 12 Adayı ve diğer sınırlarda birçok yerleri bize vermek tekliflerindeydiler! Moskova konferansında, Stalin’in Eden’e yaptığı bu teklifleri İngiliz Elçisi bana aktardığı zaman:
-Neye karşılık, diye sordum.
-Tarafsızlık karşılığında, diyorlardı.
Hatta Amerika harbe girdikten sonra da bizi hırslandıracak, yani ihtirasları kamçılayacak hedefleri ileri sürüyorlardı.
Biz bütün bunları harp zamanının temeli olmayan, gelip geçici hırslandırmalar olarak gördük.”[4]
Ya Almanlar? Ya onların teklifleri?
Taha Akyol o haklı soruyu soruyor: “Savaş sonunda bizi de Kızıl Ordu mu kurtarsaydı!”
“On İki Adalar’ı İsmet İnönü almadı’ diyen Saray’ın arşivcisine tarih dersi: Savaş sonunda bizi de Kızıl Ordu mu kurtarsaydı! Karar gazetesi yazarı Taha Akyol, Cumhurbaşkanlığı Arşiv Daire Başkanı Muhammet Safi’nin kişisel Twitter hesabından yaptığı, ‘Almanlar On iki adayı bize vermek istiyor. Zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu Cumhurbaşkanlığına soruyor: Adaları alıp İngilizlere verebilecek miyiz? İnönü cevap veriyor: Adaları almıyoruz…’ paylaşımına ilişkin olarak, ‘Hitler’in On iki Adalarla ilgili teklifini Türkiye’nin kabul etmesi Almanya yanında savaşa girmek demekti! Girsek miydi?! Savaş sonunda Doğu Avrupa gibi bizi de Kızıl Ordu mu ‘kurtarsa’ idi?!’ diye yazdı.
Taha Akyol, Ege’de bulunan On İki Adalar’ın 1911 yılında İtalya tarafından işgal edildiğini, İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in 1941’de işgal ettiğini belirterek, ‘Nazi orduları 1942 sonlarında yenilmeye başlamıştı. İngiltere Eylül 1943’te Ege denizinde askerî harekât başlattı. İşte Hitler’in On iki Adalar’ı Türkiye’ye teklif etmesi bu dönemdedir.
Türkiye’nin bunu kabul etmesi, mağlup Almanya’nın yanında yer almak olurdu! Ne dersiniz; öyle bir ortamda Hitler’in On iki Adalar ikramını kabul etmeli miydik?!‘ ifadelerini kullandı.” [5]
Peki Lozan’da On İki Adayı neden alamadı İnönü? Bunun yanıtlarını ve Millet Meclisindeki eleştirileri Prof.Dr. Rıdvan Akın’dan öğrenelim:
“İzmit Mebusu Sırrı Bey, Adalar, Kıbrıs konusunda hassasiyet gösterilmesini özellikle gündeme getirmiş, Kıbrıs’ın Dünya Harbine kadar Osmanlı toprağı sayıldığının unutulmamasını bu tezin masaya getirilmesini savunmuştur.
Adaların Türkiye’ye verilmeyeceği anlaşılınca Sırrı Bey, ‘Adaların Misak-ı Milli’de zikredilmemiş olması bir şey ifade etmez, bunlar Anadolu’nun cüzüdür’ diyerek İsmet Paşa’yı yeterince dirayetli olmamakla suçlayacaktır. İsmet Paşa adaları istediklerini, fakat alamadıklarını; bunun üzerine Limni, Midilli, Sakız ve Sisam’ın özerk yönetim kurmalarını ve Yunanistan’dan ayrılmalarını istediklerini belirtecektir. Delegasyon sadece adaların askerden arındırılmasını kabul edebildiklerini açıklamıştır. Başdelege İsmet Paşa, Balkan Savaşından sonra 10 yıldır Yunan işgalinde kalmış Bozcaada ve Gökçeada gibi ahalisi münhasıran Rum olan iki adayı askeri tahkimat için Türkiye topraklarına kattıklarını ve bunun bir başarı olduğunu sözlerine ekleyecektir.
On İki Ada’nın statüsü ele alındığında fiili bir durumla karşı karşıya kalındığı ortaya çıkacaktır; Ouchy Anlaşması, Osmanlı’nın Trablusgarp’tan çekilmesi karşılığında İtalyanların adaları terk etmelerini hükme bağlamıştır. Balkan Savaşı devam ederken Yunanistan’ı adalarda gözü olduğu bir kez daha anlaşılınca Yunan işgalini engellemek için adaları bir süre daha İtalya’nın elinde bulundurulmasına rıza gösterilmiştir. Lozan’a ulaşıldığında Türkiye tarafı İtalyan desteğini kaybetmemek üzere, On İki Ada için fazla bir diplomatik savaşım vermemiş, fiili durum resmileşmiştir.”[6]
[1] Aydınlık Gazetesi 27 Eylül 2011
[2] Hazal Papuççular-Cumhuriyetin Dış Politikası/İş Bankası Yayınları
[3] Şevket Süreyya Aydemir-İkinci Adam-İkinci Cilt/Remzi Kitabevi
[4] Şevket Süreyya Aydemir-İkinci Adam-İkinci Cilt/Remzi Kitabevi
Aynı yapıt
[5] https://www.gercekgundem.com/guncel/205473/on-iki-adalari-ismet-inonu-almadi-diyen-sarayin-arsivcisine-tarih-dersi-savas-sonunda-bizi-de-kizil-ordu-mu-kurtarsaydi
[6] Prof.Dr. Rıdvan Akın-Türk Siyasal Tarihi 1908-2000/Onikilevha Yayınları