Dün, çok öncesinden geç bir saate randevu alarak gittiğim Ardahan Devlet Hastanesi’nde gördüğüm tablo hem çok şaşırtıcı, hem çok düşündürücüydü.
Yaz mevsimi dışarıdan, Batı’daki büyük şehirlerden köylere gelen binlerce hemşerisine rağmen verdiği göçlerce çevre nüfusu yüz binin altına düşmüş Ardahan’ın bomboş sokaklarına rağmen hastanesi tıka basa dolu idi.
Şehir nüfusu da yirmi binin biraz üstünde olan bir şehirde, geç bir saat olmasına karşın hastanesinin koca binasının koridorları ve acil servisinde kalabalıkların kaynadığı bir memleketi iki büyük yanlışın kemirmekte olduğuna hükmetmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu tablo, birincisi yalnızca büyük tekellerin arzuları gereği ilaç tüketimine ve tedavi edici hekimliğe yönelmiş bir sağlık politikasının yürütüldüğünün, ikincisi de hem devlet yönetiminde, hem yerel yönetimdeki örgütsüzlük ve kalabalıklar içinde insanın yalnız bırakılmış olduğunun resmidir!
Bir zamanlar Karabük’te, bir milyonun çok üstünde bir yöre nüfusuna neredeyse tek genel cerrah, aynı zamanda ortopedi uzmanı, yeri geldiğinde kadın doğumcu ve her türlü yan branş uzmanı olarak çalışırken bu kadar geç saatlerde böyle hastane kalabalıklarla karşılaşmazdım. Acil servisi bir tek hekim ve tek bir hizmetli ile idare etmeye çalıştığımız yıllar vardı. Karabük’te sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen hekim, yüz civarında diğer personel ile iyi kötü işin hakkından gelmeye çalışıyorduk. Toplum üreticiydi ama, deyim yerindeyse, köyünden şehrine, hemen herkesin bir işi vardı, bir uğraşın içindeydi, bir amaç için yaşıyordu.
Ardahan Devlet Hastanesinde sayıları yüzleri aşan yakası kartlı hastane çalışanı dolaşıyordu koridorlarda. Acil serviste üç beş hasta için bir personelin varlığı, kötü donatılmış büyük makam odaları, bolca yönetici masası, ilk göze batan gerçekler olarak görüldü.
Deyim yerindeyse, ipini koparanın hastaneye geldiği Ardahan’da sağlık personeli iyi niyetle ve canla başla görev yapmaya çalışırken, hasta kalabalığından da homurtular, hoşnutsuz bağırtılar hiç eksik olmuyor.
Sağlık hizmetinin temeli koruyucu hekimlik olmalıdır; hastane öncesi sağlık hizmeti olmalıdır. Yerel yönetimlerden koca binaları doldurmuş devlet bürokrasisine kadar toplum adına yetki ve sorumluluk taşıyanların ilk işi, halka sağlıklı yaşam ve üretici olma, çevre ve doğa bilinci, temizlik, beslenme ve hastalıklardan korunma konusunda toplu etkinlikler düzenlemek olmalıdır. Ardahan’ı ve çevre köyleri çöp götürüyor. Otomobillerden, evlerden, yollara, güzelim derelere, billur sulu nehirlere sürekli çöp torbaları, ambalaj atıkları atılıyor.
Eğitim kurumları da içinde olmak üzere, hiçbir kuruluşta çevreyle ilgili, doğayla ilgili, sağlıklı yaşamla ilgili tek bir toplantı yapılmıyor, hiçbir eğitimci ya da kamu yöneticisi bu konularda kendisini sorumlu saymıyor.
Eğitimi cemaat ve tarikatlara devredip çocukları öte dünyaları için ibadet ezberciliğine, kendilerine biat ve itaate yönelterek, sağlık sisteminde büyük şehirlerde müteahhitlere hasta garantili, bir ucundan diğer ucu görülmeyen, içinde on binlerce insanın yol bulmaya çalıştığı binalar diktirerek, sağlığı yalnızca ilaç tüketimi ve müteahhit kazancı olarak görerek, sokak hayvanlarını topluca itlaf ederek sorunları çözeceğini sanan bir politik anlayıştan bu topluma hayır gelmez…
El birliği ile, gönül birliği ile sağlıklı, mutlu bir toplum yaratmak için birleşmeli, ortak bir davranış bilinci geliştirmeliyiz. Mahallelerde, semtlerde, köylerde, kasabalarda, derneklerle, halk meclislerinde, kooperatiflerde kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeye yönelmeli, politikacıları da doğru düşünce ve davranış için harekete geçmeye zorlamalıyız.
Hastaneler toplumsal sorunların ve bütün mutsuzlukların, sağlıksızlıkların çözüm yeri olmamalıdır, olamaz! Müteahhitlere ve ilaç firmalarına çalışan bu sağlık sistemi baştan aşağı değiştirilmeli, her alanda örgütlü toplum, sağlık ve çevre bilinci ile, bireyi üretim içinde alacağı bir sorumluluk ve etkinlikle kendisinin doktoru durumuna getirebilmeliyiz.
Her türlü sorunda, her türlü mutsuzlukta hastaneye koşan bir toplum, topyekûn bir kanser hastalığına yakalanmış gibidir.
Bu karmaşa içinde memleketin doğal kaynakları yağmalanıyor ve kirletiliyor…
Örgütlü ve üretici toplum, doğa ve çevre bilinci için ayağa kalkmanın, bu toplumsal hastalıktan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor…
Gününüz aydın olsun sevgili dostlar.
25 Temmuz 2024, Dr. Alper Akçam