- Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak yeryüzünün egemeni kapitalizm ve emperyalizm tarafından el konulmaya, bütün doğal kaynakları ve insani özellikleri sömürülmeye çalışılmış Anadolu ve Urumeli topraklarında, o sömürü ağının çok da işine gelmeyen, eritmeye çalıştığı, kapalı ve belli ölçüde kendine yeterli bir yaşam biçimi olan köylülüğün içinden çıkmış bazı fakirler, nereden geldiklerine ve egemen sistemin onlara biçtiği yazgıya bakmaksızın dünyaya kafa tutan devrimciler oldular!
Ona, köylü sınıfının bitip tükenmeyen savaşlarda ölmüş bir temsilcisi olan amcası Tahir’in adı konmuştu. Burdur’un Yeşilova ilçesi Akçaköy’ünden yoksul köylü çocuğu Tahir, Gönen’de büyük eğitim devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç’un kurduğu Köy Enstitüsü aydınlığıyla karşılaştığında, temsilcisi olduğu toplumsal güç ve kendi özgür eylemciliğiyle, kendi isteğiyle Fakir adını seçti.
Çıkarcılığın, yalanın, ikiyüzlülüğün öne çıktığı kapitalist sömürü sistemini Türkiye’ye yerleştirmeye çalışan Demokrat Parti iktidarının Şavşat’a sürdüğü Fakir Baykurt’u, Cılavuz Köy Enstitülü dostu Dursun’un büyük oğlu olarak, Ardahan’da, Ruslardan kalma taş binadaki evimizin önünde çekilmiş bir fotoğrafta tanıdım. O fotoğrafta bana yer bulunamamış olmalı… Soyguna, sömürüye, adaletsizliklere karşı kandaş toplumun kolektif aksiyon gücüyle direnecek olan yoksul sınıfların temsilcisi olmayı kafaya koymuş bu iki arkadaş Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF) ve Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS) içinde omuz omuza mücadele ettiler. Bütün emekçi sınıflara, üretici yığınlara, ekmek ve özgürlük kavgasında örnek olacak eylemler gerçekleştirdiler. Onu, yıllar sonra genç bir tıbbiyeli devrimci olarak, yine babamla birlikte mahpus edildiği Mamak’taki 4. Kolordu Askeri Cezaevinde ziyaret etmiştim.
Yıllar geçti, hayatının ikinci bölümünde edebiyat dünyasına geçmiş bir yazar olarak, onu ve yol arkadaşlarını, yazdıkları Rönesansçı yapıtlarla da bir kez daha tanıdım. Onların yapıtlarında yeniden doğan, şimdiye kadar yeteri kadar anlaşılamamış “halk kültürünün derin dip akıntıları”nı görünür duruma getirmeye çalışırken, onları övüyorum derken belli “Toplumcu Gerçekçi” kategoriler içinde sığlaştırmaya, yavanlaştırmaya çalışan ucuzcu kafalarla12 Eylül 1980 darbesi sonrası onları “Köy Romanı” yaftasıyla edebiyat dışına atmaya çalışan emperyalizm işbirlikçisi, kendi yaşadığı toprağı tanımaktan aciz “liberal” kafalara, hayat dışı edebiyat savunucularına karşı onların bayrağını taşımaya çalışmaktan onur duydum.
Fakir Baykurt, onu ve arkadaşlarını eleştirmeye kalkanların savladığı gibi, dar çerçeveler içindeki bir aydın ve yazar olmadığını 12 Eylül sonrası kendini sürgün ettiği Almanya’da aldığı ödüllerle, tokat atarca kanıtladı: 1984 Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü, Ödülü,1985 Alman Endüstri Birliği Yazın Ödülü…
“Yılanların Öçü”nden “Tırpan”a, “Kaplumbağalar”dan “Yüksek Fırınlar”, onlarca kitap yazdı, birçok ödül aldı… Hepsinden önemlisi yalan ve talan düzenine karşı mücadele yolunu aydınlattı, yapıtlarıyla kültür ve edebiyatta yol ve yöntem göstericisi oldu. Onun başyapıtı sayılabilecek Kaplumbağalar romanında köy eğitmeni Rıza’yı değil, köyün delisi durumundaki Kır Abbas’ı başkahraman yapmış olması onun yapıtlarındaki derinliğin çok önemli göstergelerinden biridir. “Anadolu Rönesansı”