Elli yılı, belki altmış yılı devirmiş olmalı aradan geçen zaman…
Dile kolay… Yarım yüzyıldan öte, sisli çocukluk, gençlik anılarından kalan…
Sultan Bibi’min geçen yıl yeni bir ev yapılmak üzere yıkılan tahta sekilerle çevrili odasında mı, ortadaki o hep yaşanılan evde mi bilmem… Bir tezgâhta oturan kızlar, gelinler çıkar gelir belleğime; hayali cihan değer bir eski limandan…
Kınalı eller işler tezgâhta; kök boyalı ipler… Türküler duydum belki yanık seslerle söylenen… Belki bir tulum sesi; bırakıp tezgâhı, ipi, boyayı, el ele, kol kola halaya durulan…
Belki bir sini tepeleme mafiş, mis kokulu tereyağında kızarmış bişi… Yanında göğermiş tulum peyniri; istikanlarda dumanı üstünde çay…
Sultan Bibi’min evidir orası; gelene gidene sofra açan; Sultan Bibi’min kokusudur beni “derdin alem”, “kadaların alem” diye kucağına basan…
Yalnız dokunması, el ele, kol kola, ses sese, can cana imeceye durulması mı… Koyunun kırkılmasından yünün çermede yıkanmasına… Güneş altında kurutulup çubuklanmasına… Tarak tarak ayrılır yün; teşilerde uzar ipler… Ne güzel oyundur “Teşi”; arada kaşınmalı, bit kırmalı, bıyık burmalı, güzgi bakmalı, atlamalı, zıplamalı…
Kilimin kapısını çalıp girdiği üçüncü evdir benimki; çekinerek belki; önce bir oğul evi, sonra bir yeğen; iki gelinden kalan… Neylesinler şimdi böyle eski köy kilimini; yakıştıramamışlar zamanında sanki… Gele gele benim eve gelmiş kilim… Baş göz üstüne… Tam da yerini bulmuş.
Ne Sultan bibi kalmış şimdi; ne o yeri kara toprak; emek ve bereket kokulu ev… Tahta ambarlarında tahıl, kuyularında patates, kazanlarında yağ… Büyük evi, odası, soğukluğu, ahırın gerisindeki küçük kış sığınağı… Eşiklerinde ay boynuzlu öküzlerin tırnak izi… Koşatlarında, direklerinde adlarımız yazılı, dumanlı çocukluk ve gençlik zamanlarından kalma hayat anları kazılı…
Temmuz gelmiş geçiyor ki, ard arda girilen kollarda biçilen haroslar zamanıdır şimdi; ipek otlu çayırlarda güneşi öpen tırpanlar… Kol başlarında masat vurmalar; tırpan dövme zamanı masmavi gökyüzüne savrulan cigara dumanı… Kol tersiyle silinen terler… Arpalı çavdarlı kırmızı buğday pağaçası; tahta koloptaki ak yoğurda arka arkaya giren kaşıklar…
Akşama kesme çorbası var yer sofrasında… İskemle yetmemişse tezeklerde oturanlar… Sohbeti söyleşisi bol; tanığı da tepedeki küçücük camda parlayan dost yıldızlar…
Telli duvaklı düğünler süsler o yazları; papağa binilen atlar. Üç gün sabahtan akşama davul zurna; akşamların dinginliğinde meyin yanık sesi…
Belki bir âşık vurur teline sazının; yer açın Kiziroğlu Mustafa Bey’e…
Ne yıllar, ne on yıllar tartabilir o anlardan kalanın değerini…
Hiç unutulmasın diye, adaleti, merhameti, imecesi, dostluğu bol o yılların…
Evimde serili şimdi Sultan Bibi’min kilimi…