BİLDİĞİM KÖYDEN ACIKLI ANIMSATMALAR
Otu bacalara, samanı mereklere yığmışsınızdır.
Bulgur kazanları kaynamış, hedikler yenmiş, pilavlık ve yemeklikler ambara doldurulmuştur.
Un ve gendime için buğdaylar değirmene yollandı değil mi?
Patates ve pancar sökümü de söz konusudur, hazırlıklar tamam mıdır, yoksa başladınız mı? Turşu ve peynir küplerinde de işlem tamamdır sanırım.
Ve kavurma kazanları, tadımlık tiritler, ardından tandırda kurutulan Bayburt usulü kerti kemikler… Onlar şimdilerde olacak iş değil gibime geliyor ya, hayali cihan değer derim, sorarım.
Ve düğünler, güzlerin süsü, sevinci, keyfi, olmazsa olmazı… Var mı yine, deyiniz hele?
KADIN DÖVME VE AKIL KANE
Sarıkamış’ın çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bir köyünde, Kürdün birisi kapının önünde genç ve güzel karısını dövmektedir. Oradan geçmekte olan köyün öğretmeni çıkışır adama: “Kadın dövülmez, kadın sevilip okşanmak, sayılmak ister!”
Dayakçı şaşırır, durur öylece, kadın Kürtçe der ki “Axıl kane?” Yani “Akıl nerde?” Bunun üzerine adam kollarını açar, eşinin boynuna sarılır.
Kadın döven, öldüren yontulmamışlara “Axıl kane” desek utananlar olur mu acaba?
DELİ CELAL’LA KÖPEĞİN KEMİK BOĞUŞMASI
Kırk yıl öncesinin Sarıkamış’ı… Şimdi var olmayan hal binasının önü… Kocaman, sabit ve kalın saçtan yapılmış çöp biriktirme kabına, kasaplardan birisi birkaç tane iri kemik attı. Bunu gören o iri kıyım köpek yaklaştı çöp kabına önce, sonra da Deli Celal. İkisi de çöp kabının için daldılar. Çöpler inip kalkıp dalgalanıyor, kimisi dışarı taşıyordu. Birkaç dakika sonra köpek çıktı ve kaçıp gitti, ardından Deli Celal çıktı, iki elinde iki kemik. Bir şeyler dedi anlamadım, orada bulunan Kürtler gülüyorlardı, onlara sordum ne diyor diye. “İt oğlu it, bende sana kemik kaptıracak göz var mı?” diyormuş.
Deli Celal sağ mıdır bilmiyorum, bu olay birden hatırıma geldi, anmak istedim onu da…
ERZURUMLUNUN SÖZLÜ ZEMİN ETÜDÜ
Erzurumlular şöyle derlerdi o yıllarda:
“Yeri düz, otu saz, kuşu kaz, hele git biraz,
Yeri dik, otu kekik, kuşu keklik, orda eyleştik”
Yani deprem bakımından bir zemin etüdü ve yol gösterme.
Ya şimdi?
KOCAELİ’DE “BASMAK”
Bu kent kart uygulaması, “basmak” yüklemini gülünç hallere soktu, başka şeyler getiriyor insanın aklına.
Biniyor kadıncağız minibüse, kartı okutmak için bastırıyor makinenin üstüne. Makineden bir uyarı: “Bakiyeniz yetersiz!”
Kadın çaresiz, para da geçmiyor, bakiyesi olan birinden yardım istemeli:
-Ay ne olur birisi benim yerime bassa, ücreti karşılığı…
-Buyurun benimkini vereyim Hanımefendi, basın.
-Ay çok teşekkür ederim Efendim, buyurun paranızı…
Bir başka kadının sesi duyuluyor arkalardan. Onun da bakiyesi yetersizmiş:
-Bir de benim yerime basar mısınız?
Onun yerine de basıyorlar.
Bir başka minibüs… Gülümseyerek biri giriyor ön kapıdan, şoförün adını vererek, “Nasılsın, ne yapıyorsun” diye hal hatır soruyor, bir yandan da kartını çıkarıyor, okutuyor, yanıtı alıyor: “Bakiyeniz yetersiz!”
Biraz mahcup, “Az dur da şu karşıdan kartımı doldurup geleyim.”
Şoför rahatlatıyor arkadaşını:
“Sen yabancı değilsin, sonra da basarsın, geç otur!”
Sabah saatleri… Minibüs siftahı bu vatandaştan yapacak… Kartı okutmaya çalışıyor, makineden ses yok, şoför anlıyor nedenini:
“Bir dakika durun, açmamışım, açayım da öyle basın!”
Anne ve kızı giriyorlar içeri, kız önde, geçip gidiyor, bir yer bulup oturuyor. Kart basma işi anneye kalmış. Kartı basıp geçiyor kızının yanına, kız soruyor:
-Bana da bastın mı?
Anne sessiz, başını sallıyor yalnızca.
-Birisi bana da bassın lütfen!
Kadın arka kapıya doğru yürüdü, inecek, şoföre sesleniyor:
-Ay dur Şoför Bey, ben basmadım, inip doldurtayım da gelip basayım.
-Birisi geçirsin de ücretini vereyim!…
Bir kız diyor bunu da…