Benim evimde de herkesin evinde olduğu gibi bir yer paspası var. Geçen günlerde sapı kırılmıştı, metal olanlar çürüyor, çabuk kırılıyor diye bu kez ahşap saplısını aldım. Dün evde bazı köşelerde birikmiş iplikcikler, toz zerrecikleri gördüm, bir paspas yapayım dedim; ahşap sapa uzandım; elimde kalıverdi… Uçundaki bezli kısımdan çıktı ve tekrar takmaya çalıştığımda da içinde fırfır oynamaya başladı. Bir uyumsuzluk vardı…
Bunun nedenini bilmek için kâhin olmaya gerek yok… Tahta sap suyun dışında kalıp kuruyunca görece çekmiş kendini ve karşılığındaki plastik yuvaya göre küçülmüş. Yeniden suya soktum; bir iki dakika bekletince yerine oturdu.
İnsanoğlu aklını kullanmaya başladı başlayalı olayların nedenleri üzerine düşünür. Bu düşünceleri olgulardan soyutlayıp bilim kuralları ya da felsefeye dönüştürür. Nedenini bilemediği olaylar için de kutsal inançlar, sorgulanamaz güçler devreye girer. Ben ahşap sapın neden yerine oturmadığını bilemesem, buna kafa yormasam; ya “Allah’tandır” diyecektim; ya da şeytanın bir oyununa geldiğimi sancaktım.
Dinlerin kaynağında da insanın gizini çözemediği yaşam gerçekleri yer alır. Toplumsal süreç içinde bilinenler çoğaldıkça bilinmeyenler de çoğalmaktadır. Bundan iki yüz yıl önce yaşamış bir insana televizyonu anlatabilir miydiniz? Ama henüz bir virüs salgınının ancak aşıyla sona erebileceğine modern çağın insanlarını bile inandırmayı başaramadık.
Dinler, öncelikle insanın çok ihtiyaç duyduğu, onsuz yaşayamadığı canlı şeylere tapınarak başlamış… Güneşten, aydan, bazı dinler için kutsal olan ineğe kadar, birçok şeye tapınılmış. Yeryüzünde yerleşik sınıflı toplumlar ve büyük insan toplulukları oluştuğu bir zamanda da tek tanrılı dinler sahne almış.
Yeryüzündeki insanlar içinde doğup büyüdükleri din neyse, onunla bütünleştirirler düşüncelerini, dünya görüşlerini; o inancın bir parçası olurlar… Bazılarında bu inanış çok dogmatik ve fanatik özellikler de kazanır; kendisi gibi inanmayana düşman olur; başına gelen olumsuzluklardan farklı inanç topluluğuna sahip insanları sorumlu tutar.
Bütün dinler başlangıçta yeryüzüne bir adalet sağlamak için, bir haksızlığa karşı isyan şeklinde başlamış, devrimci bir tutum almış, zaman içinde ise toplumun ekonomisini ele geçiren yönetici sınıflar tarafından yozlaştırılarak asıl doğuş amacından, kaynağından uzaklaştırılmış; bir iktidar aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Din ile siyaset ve yaşam tarzının ayrı tutulduğu laiklik bu açıdan çok önem taşır.
Benim evimde temizlik için ortalama ayda bir yardıma gelen Çiğdem dünya güzeli, pırıl pırıl bir insandır. On iki yıldır tanırım; birlikteyiz. İşi bitiremediği zaman çekip gitmez, ben ne kadar yeter artık Çiğdem, yoruldun, geç kaldın desem de, abi hele şunu da yapayım diyerek işine devam eder. Ablası Yeter ile birlikte, bir günde koca evi toparlayıp başka bir yere taşıdık, aynı gün kitaplar dışında yerli yerine yerleştirdik.
Bir de Ali vardır; her işin hakkından gelebilen Ali Usta. Çiğdem Sivaslı bir Alevidir, Ali, Trabzonludur. İkisi de can insanlardır. Ali’ye yaptığı iş için kafama göre bir para veririm, yeri gelir, yarısını geri uzatır, “Abi bu çok diye…” Benim eş dost, akraba öğrendi adlarını… Onlarca yıl Suudi Arabistan’da petrol şirketlerinde yüksek yetkili ve gelirli olarak çalışıp Türkiye’ye gelen Bibimoğlu Yasin ile eşi Necla’ya da gerekli oldular. Onlara da gönderdim Çiğdem ile Ali’yi. Çok beğenmişler, merak edip sordular, “Sen bu gözü tok, mert ve çalışkan insanları nereden buldun?” diye. “Onlar beni buldu” diye yanıtladım gülümseyerek. Andre Breton’un “Nesnel Rastlantı” diye tanımladığı bu durumu çok önemli bulurum ben. Şimdi birileri “Öyle insan mı kaldı şimdi canım?” diye burun kıvıracaktır.
İnsan var oldukça, onlar da var olacaktır. Yeter ki siz de mert, gözü tok ve çalışkan olun…
Çiğdem işe gidip gelirken elindeki telefona bakıp otobüs kullanır, saatine göre koşa koşa gider. Çok geciktiğinde ben de arabamla uygun bir yere kadar götürürüm elbet…
Geçen gün yaptığım kazadan sonra on gün kadar otomobilsiz kaldım. Hep toplu taşımadan yana olmuş birisi olarak ben de salgın önlemlerine dikkat ederek otobüs kullanayım dedim. Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. En son dün, otomobille evime on iki dakika uzaklıktaki Koru Metro İstasyonu’na oturduğum sitenin önündeki duraktan bindiğim otobüs tıklım tıklım kalabalık içinde bir buçuk saatte ancak varınca cinim tepeme toplandı. Alacaatlı’nın, Kızılşar’ın, Ahlatlıbel’in, İncek’in girmediğimiz sokağı, bulvarı, uğramadığımız hastanesi, okulu kalmadı. Üç gün önce de TTB mitingine giderken bindiğim Kızılay otobüsünden bir saat on dakika sonra inip bir taksiye geçmiştim; yoksa yetişemiyordum.
İndiğim yerde bir hareket memuru, danışma yeri bulup derdimi anlatayım dedim. Orada karşıma çıkan Ahmet Kızılkaya adlı EGO görevlisi benden daha çok dertli çıktı. Kimse bizi dinlemiyor diye yakındı. Aynı otobüs bir göbekte iki kere, üç kere kırmızı ışığa takılıyor, değiştirmiyorlar yolu dedi. Her işte olduğu gibi bu işte de pek liyakat yokmuş meğer; yönetenlerin çok da umurunda değilmiş durum…
Benim bazı yazılarım yetkili yerlere, hele de siyasilere ulaşınca ortalık karışıyor. Hekimlik yıllarımdan tanıdığım Kemal Kılıçdaroğlu’nun özel kalemine ulaşmış meğer bir yazım… Eleştirdiğim Çankaya Belediyesi’nden yetkili adlar arayıp “Sana darıldık abi, neden bizi aramıyorsun da, yazıyorsun,” dediler. “Ben size ulaşabilirim ama yurttaş ulaşamaz; onların nasıl yaşadığını, nelerle karşılaştığını bilesiniz istedim,” diye yanıt verdim.
Dün akşam bindiğim otobüs bu salgın ortamında ağzına kadar dolunca birçok durakta otobüs bekleyen Çiğdem kız benzeri emekçileri, öğrencileri alamadı. Otobüsleri daha çok onlar kullanıyor zaten. Garip insanlar boynu bükük ortada kaldılar. Benim gibi paraya kıyıp taksiye binme şansı da yok onların…
Belediyelerin bütün şube müdürleri, yetkilileri işlerine otobüsle gidip gelmeliler. Norveç’in, İsveç’in, Almanya’nın bakanlarını örnek göstermek yetmez; uygulamak gerek.
Büyük şehir belediyelerinin emperyalizmle dirsek temaslı cemaat ve tarikat merkezlerine, şatafat ve lüks içinde dini istismar edenlere kaynak aktaran birer yapı olmaktan çıkmış olması çok büyük bir değişim ve yenileşmedir bu ülkede. İş orada kalmamalı; halkın nasıl yaşadığı, neler çektiği yakından gözlenmeli. Biraz akıl, biraz insaf katılmalı işe…
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…