Dr.Alper Akçam
Türkiye’de tüm dünyanın yaşamını altüst eden Covit 19 salgınının başlamasından yaklaşık 50 gün sonra, 89 yaşındaki annem Perihan Akçam’a bir şişe kolonya ve 5 maskelik bir paket geldi… Ben henüz beklemedeyim.
Paketin kaynağının kamu olmasına karşın Cumhurbaşkanı’nın özel armağanıymış gibi hazırlanmış ve sunulmuş olması üzerine bir tartışma açmaya niyetim yok. Bu konu siyasi parti sözcüleri ve bazı yazarlar tarafından da birçok kez dile getirildi zaten…
Paketin içinden çıkan ve Cumhurbaşkanı’nın imzasını taşıyan bir notta salgına karşı verilen mücadelenin başarısının 18 yıllık iktidarın bir sonucu olduğu yazılıydı. Bu hüküm, hem özveriyle çalışmakta olan, birçok canını salgına kurban vermiş sağlık personelimize hem de 20. Yüzyıl başından bu yana halk sağlığını öne çıkarmış ve Cumhuriyet’le birlikte inanılmaz bir özverili yaklaşım olarak kurumsallaşmış tıbbiye ve sağlık geleneğimize karşı yapılmış bir haksızlık ve adaletsizlik içeriyor gibi geldi bana…
Bir de, 1973 yılı yazında, bir stajyer hekim olarak Toplum Hekimliği Yaz Stajı için gittiğim Bingöl’ün Genç ilçesinde yaşadıklarımı anımsattı… O tarihte 1961 Anayasası doğrultusunda Dr. Nusret Fişek ve ekibi tarafından uygulamaya konmuş Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi yasası henüz yürürlükteydi. Bingöl’den önce her yaz yaptığım gibi tatil başlar başlamaz gittiğim Ardahan Ölçek Köyü’nde de bir sağlık ocağı ve gece gündüz köyde kalan bir ebemiz vardı. Tüm köyün aşıları düzenli olarak yapılıyor, anne ve bebek sağlığı üzerine bilgilendirmeler yapılıyor, hastalar düzenli olarak ve evlerinde de kontrol ediliyordu.
Bir ay boyunca Bingöl’ün Genç ilçesindeki Sağlık Merkezi’nde tek başıma yatıp kalktım. Daha sonra kendisi de Genel Cerrahi uzmanlığı alacak ve Ankara Numune Hastanesi 2. Cerrahi Klinik Şefi olacak Dr. Ömer Cengiz ve eşi Dr. Saadet Cengiz ile birlikte çalıştım. Sağlık merkezimizde ilçe nüfus müdürlüğü kayıtlarından daha fazla sayıda kişiye ait kart vardı. Yani, dağ köylerinde yaşayan, henüz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak kayıtlara geçmemiş kişiler bile bizde birer karta sahipti. O kişilerin de sağlıklı bir ortamda yaşamlarını sağlayabilmek bizim görevlerimiz arasındaydı. Ebe ve hemşirenin de katıldığı ekibimizle birlikte saatler süren tehlikeli jip yolculuğundan sonra bir saate yakın da yayan yürüyerek ulaşabildiğimiz dağ köylerine bile giderdik. O köylerden bazılarında devlet görevlilerinin geldiğini görünce köylüler kaçar saklanır, kapılar yüzümüze kapanırdı. Anadili Zazaca olan birçok köyde, Türkçe bilen, bize yardım edecek bir tek kişi bile bulamazdık. Süreç içinde tümüyle dost olduk… O kapanan kapılar açıldı, kaçanlar ortaya çıktı; biz onlara beslenmeden sağlıklı su sağlanması için yol aranmasına, gebe muayenelerine, aşı zamanı gelmiş çocukların aşılarının yapılmasına, hasta kontrollerine kadar beceri ve bilgimizi sunardık, onlar da yer sofraları kurar, neleri var neleri yoksa bizimle paylaşırlardı.
Türkiye’de koruyucu sağlık hizmetleri ve 1. Basamak Sağlık Hizmeti’nin böyle bir temeli vardır. Dün akşam izlediğim sağlık oturumlarının birinde bir uzman hekim Dr. Nusret Fişek’i minnetle anıp konuyu açınca çok mutlu oldum.
Türkiye gerçekten de özellikle büyük şehirleri çevreleyen kesimlerde yeterli bir toplumsal bilinç ve sağlık bilinci olmamasına karşın (İstanbul’da gezici bir Filyasyon ekibinin taşlanarak kovalandığı da televizyonda dile getirildi) çok başarılı ve sağlık çalışanlarımızın özverisine dayalı bir mücadele veriyor. Bu başarının temelinde Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu Bilim Kurulu ve orayı yönlendiren Halk Sağlığı uzmanları çok önemli bir yer tutmaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri olmayan, 2.100’ü İstanbul’da olmak üzere, salgının yayılmasını önlemek ve yalıtımı sağlamak amacıyla 4.000 gezici Filyasyon ekibi görev yapıyor. Daha önce de yazdım; her alanda olduğu gibi sağlıkta da geçerli olan “yap-işlet” ile müteahhit kazancı öncelenmiş olsa da, Şehir Hastaneleri’nin bu ara devreye girmiş olması da tam bir eksaptasyon (umulmayan sonuç) durumu oluşturdu; elimizi güçlendirdi.
Son on sekiz yıllık iktidar döneminde kamusal sağlık hizmetleri yerine özel sağlık hizmetlerinin önünün açıldığını, salgın karşısında kumdan kaleler gibi çöküp acımasızca halkını kâr hırsına kurban etmiş ABD ve bazı Batılı kapitalist ülkelerde olduğu gibi şehirlerimizin her yanında pıtırak gibi devasa özel hastanelerin bittiğini, kamu hastanelerinde inanılmaz kalabalıklar ve sıkıntılar oluştuğunu hep beraber gördük. Bu on sekiz yıllık iktidarın en önemli icraatları arasında yerli aşı üreten Hıfzıssıha Enstitüsü’nün kapatılması da vardır. İyi ki bu süreç çok daha fazla uzamadan karşılaştık bu salgınla… Dünyada en zor değişen şeylerden biri de zihniyetlerdir. Kamu sağlığına önem veren sağlık geleneğimiz ve halk sağlığı uzmanlarımızın öncülüğünde salgına karşı başarıyla direndik; akşamki dinlediğim konuşmacı hocalardan birinin deyimiyle bu arada özel sağlık kurumlarının da salgın için başvuran hastalardan para almalarını yasaklayarak bir tür “kamulaştırma” bile yaptık…
Bingöl’ün B’sinden yola çıkmıştık, Covit’in C sine geldik. Onun hakkından da geleceğiz ama, o da bize, doğaya saygı duyulması, betonlaşma ve şehir yığılmalarına son verilmesi, AVM çılgınlıklarının ve müteahhit egemenliğinin bitirilmesi için bir uyarı ışığı yakmış oldu…
Selam olsun kamu sağlığı ve aydınlık gelecekler için canını verene, ter dökene, selam olsun onlara destek olmak için şimdilik evlerinde kalıp el ele verene…
Gününüz aydın olsun…
25 Nisan 2020