Haberiniz yok mu? Gören göz, duyan kulak, dokunan el, sorgulayan akıl, “vatan-millet-insanlık için sızlayan vicdan” sizlere ömür de, Ankara Şehir Hastanesi’nde cenaze namazı kılınıyor. Siz de saflara buyurun!
Diyelim ki, bir salgın ortamında yaşıyorsunuz… Diyelim ki, bu memlekete, bu millete yıllarca hizmet etmiş bir emeklisiniz, çalışan bir memursunuz, ya da üniformalı bir polis ya da bir askersiniz… Ya da kıt kanaat geçinmeye çalışan iş arayan genç bir garipsiniz…
Diyelim ki sağlık durumunuzu pek beğenmediniz; bazı belirtiler var sizde de… Hani şu salgın nedeniyle, hem kendinize, hem başkalarına zarar vermek istemiyorsunuz. Zamanında önlemimi alayım, başıma gelecekler neyse de, bari bu lanet hastalığı başkalarına bulaştırmayayım diyorsunuz. Özel bir hastaneye gidip 250 TL. gibi bir parayı da bayılmak istemiyorsunuz.
Sonra duymuş, işitmişsiniz, pırıl pırıl koridorlarını, bilgi veren ilgililerini, hastane içinde hastaları oradan oraya taşıyan lastik tekerli araçlarını, sedyelerini görmüşsünüz; Şehir Hastaneleri kurulmuş hani… Gideyim bir yurttaş olarak ben de Covid 19 testimi orada yaptırayım diyorsunuz…
O trafik keşmekeşi, o on binlerce insanın aynı anda yığıldığı hastane binaları içinde yolunuzu, buldunuz, hatta otomobilinizi de her tarafta renk renk tabelalar bulunan ama hastane girişinin hangi yönde olduğunu göstermemekte inat eden beton bloklar arasında boş bir yer bulup park etmeyi de başardınız. Hastane içlerine giriş yerini bulamayıp dakikalarca dolaşmak ihtimalini gözardı etmeyiniz. Diyelim ki, yürüyüp çok zaman sonrasında da olsa ilgili testi yapan Acil Servis’i buldunuz. Biz onurla yedek subay olarak askerliğimizi yaparken o servise en güzel Türkçe deyimiyle İLKYARDIM derdik. Hadi bunu geç bir kalem…
Diyelim ki, buldunuz o Acil Servis’i, sayıları epeyce kabarık görevlilere sorup öğrendiğiniz PSR testinin nerede yapıldığını…
Sıraya girip test mi yaptıracaksınız? Yok öyle yağma… Önce o acil servise başvurmuş, o günkü dört yüz bilmem kaçıncı kişi olarak (dua edin ki bu iş için hastalığın zirve yaptığı dönemlerde gelmediniz) dosyanızı çıkarttıracaksınız. Önce hasta olarak kabulünüz gerekiyor. Bu işin bir ciddiyeti var! Sayfalarca beyaz kâğıt üstüne işlenmiş bir dosya çıkarttıracaksınız. Dosyanızı elinize alıp bekleyip de bekleyeceksiniz. On dakika, yirmi dakika, kırk dakika bekleyeceksiniz. Sonunda beşerli gruplar olarak elinizde sayfalarca hasta dosyası, ilgili doktorların çalıştığı kapıların önündeki koridorlarda karmakarışık biraz daha bekleyeceksiniz. Numaratörlerin düzenli çalışmadığını, içerilerden adınızın çağrılmasını beklemeniz gerektiğini söyleyecekler…
Bu arada o dış koridorda ve içerideki muayene odalarının önünde ne mesafe, ne salgın demeden karmakarışık bekleyeceksiniz. Banklarda diz dize, göz göze oturacaksınız. Sonunda, hastaneye kadar virüsü almamış olsanız da o hergâmede virüsle de buluşmuş olarak bir yolunu bulup da doktorlardan birinin karşısına geçebilirseniz, kuşkulu bir nedenle Covid testi yaptırmak istediğinizi söyleyeceksiniz. Yok… Durun bakalım; doktor hanım ya da doktor bey, önündeki bilgisayara sizinle ilgili bir şeyler yazacaktır. Hastalık geçirdiniz mi? İlaç kullanıyor musunuz? Allerjiniz var mı?
Şimdi ne alâka yahu, ben bir test yaptırmaya geldim demeyeceksiniz; adamlar ve kadınlar görevlerini yapıyor çünkü… Siz acil servise başvurmuş bir hasta olarak şecerenizle birlikte önce bir kayda geçeceksiniz… Onlar görevlerini yaparak performans alacaklar; onlar görevlerini yaparak Şehir Hastanelerini hasta garantili sözleşmelerle almış birilerine de para kazandıracaklar!
Doktorunuz sonunda uygun bulup size PSR testi yaptırabilmeniz için bir barkot yazdıracak. O barkotu alıp bir yerinize sokmayacaksınız tabii ki…
İlgili testi yapan görevlinin yerini bulup önünde bir kez daha sıraya gireceksiniz. Sonunda müjde! Yüzüp kuyruğuna geldiniz işte… Yüzlerce başvurunun karşısında cansiperane çalışan bir tek kişi! Oradan çıkarken barkotunuzu istemeyi unutmayın sakın; sonucu onunla soruşturacaksınız çünkü.
Bu arada, ben bu kalabalıktan biraz uzak durayım, gidip gelip bakarım sıranın kaçta olduğuna der, biraz açık havaya çıkarsanız arada, kalabalıktan uzakta kalmaya çalışırsanız, o gün spor için ayrı bir zaman ayırmanıza gerek kalmayacaktır. Telefonunuzun adım sayacı test macerasına çıktığınız o gün için size 5192 adım attırmıştır. Devlet dediğiniz böyle olur… Ham sağlığınıza bakıyor, hem sporunuzu yaptırıyor. Daha ne istiyorsunuz?
Oradan çıkarken elinize tutuşturulmuş o sayfalarca hasta gözlem ve izleme kâğıtlarını da çöpe atmayı unutmayınız; tuvalette de işinize yaramaz; bayağı sertler çünkü…
Günde tonlarca kâğıt boşa gidiyor diye, bozguncular gibi söylenmeyiniz lütfen!
İşte “Sıfır atık” sloganlı, anlı şanlı “Şehir Hastaneli” sosyal ortamımız ve sağlık düzenimiz bu… Sakın adı Şehir olmayan başa bir hastaneye gidip doğrudan sıraya girip o testi yaptırmayınız, başka ülkelerde sokaklarda, parklarda, her yerde yapılan testlerin ciddiyetsizliğine de hiç kanmayınız!
Bu arada, hasta garantili Şehir Hastaneleri için salgın ortamında bulunan bu güzel çözüm (!), otomobil geçişi garantili köprülere de uygulanabilir mi acaba diye düşünmeden de edemedim… Hani şu İzmit- İstanbul arasındaki yolu İzmit girişinden Osman Gazi Köprüsüne doğru çevirip trafiği oradan İstanbul’a alsak mı diyorum?
Bu hastaneleri, bu köprüleri kuranlar ve işletenler kazanamazlarsa, tüyü bitmedik yetimin hakkını devletin ve milletin kasasından böyle zekice bulunmuş yollarla cebellezi etmezlerse, “Maazallah!” çok başarılı finans durumumuz ne olur sonra?
En iyisi mi, siz buyurun “Ankara Şehir Hastanesi”ndeki cenaze namazına…
Gününüz de aydın olsun, eğer olabiliyorsa…