Daha bir ay bile olmadı 4. Baskısı çıkalı. Dün aradı Literatür Yayınevi sahibi, dostum Kenan Kocatürk, 5. Baskıyı yapıyoruz dedi.
Bu kitap hak ediyor. Daha da çok ilgiyi hak ediyor. Bu kitapta onurumuz, güvencemiz, göz bebeğimiz, bizi çevre coğrafyalardan ayıran bütün iyiliklerin, bütün güzelliklerimizin sembolü, kalan insanlığımızın sığındığı Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalist saldırılar ve yerli işbirlikçilerinin ihanetine karşı yükselmiş bir feryadı var. Kendilerini “liberal” sanan, okudukları laik, parasız kamu okullarına, az buçuk özerk, biraz bilime ulaşmayı başarmış üniversitelerine, kadın ve çocuk haklarına, Cumhuriyet’in bize tanıdığı bütün olanaklara kılıç çekmiş, ihanet etmiş, hele de genç Cumhuriyet dönemini, Batılı Şarkiyatçılardan aldıkları “darbeci”, “vesayetçi” kavramlarıyla karalamaya kalkmış aydın pozundaki birilerinin üç kuruş para için, şöhret için katıldıkları o rezil kampanyaya, din bezirgânlarının, cemaat ve tarikatların temel güç olduğu o iğrenç saldırılara karşı genç kuşaklarımızı, üniversitelerimizi, öğrencilerimizi, subaylarımızı, sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, okuyan üreticileri, köylülerimizi uyarmaya çalışmıştım. Ne yazık ki, Dr. Hikmet’in “son kuğu çığlığı” benzetmesi vardı, onun gibi oldu. Ulaşamadım istediğim yerlere… Kitap yayılmadı, uyarıcı olamadım; ağladığımla, çırpındığımla kaldım.
Çok kapsamlı bir çalışma olmuştu. Adalet Ağaoğlu’na, “’Cumhuriyet kültürde bir kırılma mıdır, bir reddiye midir?’ bu soru üstüne ortaya atılan tezlerle ilgili çalışıyorum” dediğimde çok heyecanlanmıştı. Türk Romanında Karnaval ile birlikte onun halk kültürüne ve Köy Enstitülü edebiyatçılara bakışını değiştirebildiğim için çok mutlu olmuştum.
Mustafa Balbay, gönderdiğimiz kitabı aldıktan sonra, “Abi bu ne müthiş bir çalışma, ne müthiş bir birikim. Cumhuriyet Ankara Büro’da bu kitapla eğitim yapacağız, her öğlen toplanıp birlikte bu kitabı okuyacağız” demişti. Olmadı… Onu da aldılar içeri Ergenekon’dan.
Haklıydı Mustafa Balbay. Benim için bile her yeni baskıda kendimi yenilediğim bir okuldur Anadolu Rönesansı…
Kumpas davalarıyla, bastığı toprağı tanımayan, tarihini Batılı Şarkiyatçılardan öğrenmeye kalkmış bazı solcuların alkışları arasında emperyalizme karşı var olmaya, ülkesini korumaya çalışan herkesi derdest ettiler, badem bıyıklı emperyalist cemaat savcıları ordunun “Kozmik Oda”sına kadar girdiler. O orduda o dönem kendilerini kendi halkına karşı kışkırtmış, milyonlarca insanı perişan eden, yüzlercesini işkencede, idam sehpasında, tuzaklarda yok etmiş 12 Eylül darbesini yapan kapıkullarını “Our Boys” diye alkışlamış, Orta Doğu ülkelerine yönelik saldırı hazırlıkları yapan NATO’ya karşı, ABD’ye karşı da önemli bir şeyler birikmeye başlamıştı.
Anadolu Rönesansı, tarihten felsefeye, eğitimden edebiyata kadar bu ülkenin ve bir parçası olduğu dünyanın birikmiş bilgisini harman eden bir çalışma olmuştu. Beş yüze yakın kitap, binlerce dergi kaynakçası olan bir sentez gibiydi. Her baskıda yeniden gözden geçirdim, yeni öğrendiklerimi, gelişen olaylarla ilgili düşüncelerimi de kattım.
Arkadaş Yayınevi’nde yazılış ruhunu daha iyi ifade eden “Anadolu Rönesansı Esas Duruşta” başlığı ile baskıya girmişti. Bir yılda sanırım baskı tükendi ama ikinci baskıyı yapmadılar. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin kitap onur listesinde azar azar dağıldı. 3. Baskı bittiğinde dernek mali sıkıntıya girip baskı zorluğu çekilince, bir çıkış yolu aradım. Literatür Yayınevi’ne geçtiğimizde kitap daha çok okura ulaşma olanağı da buldu. 4. Baskı bir ayın içinde dağılıp gitti. Hayatımda aldığım en güzel haberlerden biridir 5. Baskıya geçiş…
Keşke ülkem benim zamanında görebildiğim, sezebildiğim bugünkü karanlığı önceden görebilseydi… Bu kadar geri gitmeseydi bu ülke. Bir iki kişinin dudakları arasında, saltanat savurganlıklarında varı yoğu, en önemlisi genç kuşakların sorgulayan aklı yağmalanmasaydı. Olmadı…
Onlarca yıl sürmüş bir altüstlükte ülkemin acı tarihine bir ünlem işareti gibi asılı kalacak Anadolu Rönesansı.
Okuru çok olsun.
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…