Yeryüzünün hayatı sorgulayabilen ve aklıyla geleceğe yön verebilen tek yaratığı olan insanın çağımızda çok önemli bir sorunu var.
İnsan yozlaşıyor… İnsanın yozlaşmasının merkezinde onun bencilleşmesi yer alıyor. İnsanoğlu, yeryüzünü paylaştığı diğer canlılara ve yaşamın kaynağı olan yeryüzü olanaklarına karşı ulaştığı teknik olanakları da kullanarak saldırganca davranışlarda bulunuyor; yaşamın geleceğini de büyük bir tehlikeye sokuyor.
Ülkemizde, İliç’te yaşanan son doğa ve insan katliamı bunun en somut örneğidir.
İnsanın yozlaşması, dünyanın egemeni kapitalist-emperyalist sistemin her türlü sinsi oyunu kullanarak karşısındaki tek güç olan sosyalist sistemi yıkmasıyla büyük bir sıçrama yaptı. Karşıdaki o sistem de emekçilerin iktidarı aracılığıyla sınıfsız bir dünyaya ulaşmak amacını bir kenara bırakmış, bürokratik bir parti despotizmine karmış, yine insan ve ideoloji yozlaşmasının bir ürünü olmuştu. O sistemin yıkılması, insan merkezli politikalar yerine burjuvazinin ideolojisi olan milliyetçiliğin, insanları dini değerler yoluyla yandaş etmeye çalışan din bezirgânlarının önünü sonuna kadar açtı.
Yaşadığımız 21. Yüzyıl, 19. Ve 20. Yüzyılın Albert Einstein, Karl Marks, Sigmound Freud gibi büyük düşünürlerinden ve bilim insanlarından yoksun geçecek bir geleceğe işaret ediyor. Dostoyevsky, Franz Kafka ya da James Joyce gibi egemen kültürlere kafa tutabilecek güçte edebiyatçıların var olabilmesi de olanak dışı görülüyor.
Mazlum milletler ve çalışan sınıflar adına emperyalist sisteme meydan okuyabilecek Gâzi Mustafa Kemal, Lenin, Che Guevra, Nelson Mandela gibi eylem ve düşün insanlarının ortaya çıkabilmesi olasılığı da çok kuşkulu.
Jeopolitik olarak yeryüzünün çok önemli bir yerinde bulunan Türkiye’de yaşananlar bize insan yozlaşmasının çok açık örneklerini sunuyor. İnsanın inanç, düşünce ve yaşam özgürlüğü demek olan laikliği ortadan kaldıracağını, Cumhuriyet kurucu düşüncesi tarafından çok önemli bir sorun olarak gösterilmiş dini esaslara dayalı bir yönetim biçimini, şeriata dayalı bir yönetimi hedeflediğini açıkça söyleyen ve karşı çıkanları “dinsizlikle” suçlayarak hedef gösteren, amacını da adım adım gerçekleştiren iktidar, muhalefetin elindeki son mevziler olabilecek büyük şehir belediye yönetimlerini devletin tüm olanaklarını kullanarak ele geçirmeye çalışırken, muhalif kesimde yaşananlar da kültür ve aydın yozlaşmasının en somut örnekleriyle karşımızda duruyor.
12 Eylül 2010 referandumu sırasında ülkemiz tek kişilik baskıcı bir yönetime doğru sürüklenirken FETÖ lideri “ölüleri bile oy vermeye” çağırarak bu yönetimin aynı zamanda teokratik de olacağına ilişkin önemli ipuçlarını vermişti. O günlerde, “demokrat”, “sol”, hatta “sosyalist” geçinen birileri de yeni anayasa için “Evet”, “Yetmez ama Evet” diyerek bu gidişe çanak tutmuş, zamanın Kürt siyasi hareketi de “Boykot” ederek bu sürecin gerçekleşmesine büyük katkılarda bulunmuşlardı. O gün “Boykot” diyerek emperyalizmin güdümündeki “Siyasal İslam” için elverişli bir ortam hazırlayan o siyasi hareketin bugünkü temsilcileri de iktidar politikalarını eleştirmeyi bir kenara bırakıp büyükşehir belediyelerini cemaat ve tarikat yemliği olmaktan kurtarmış, Cumhuriyet değerleri adına muhalefet yapmaya çalışan CHP’nin karşısında yer almayı, “Size kaybettireceğiz” nutukları atmayı hüner sayıyorlar.
AKP iktidarı ile birlikte, üniversite giriş sınavlarında soruların cemaat ve tarikat mensuplarına sızdırılması, mülakatlarda kendi yandaşlarının atama ve ilerlemelerde öne çıkarılması, her türlü vicdan ve akıl dışı işlemlerin yaşama geçirilmesi ile memur kadroları iyice şişirildi ve aydın zümreler içindeki yozlaşma daha da hızlandı.
Ülkenin en seçkin aydın örgütleri olan, bilim ve akıl adına, liyakat ve adalet için savaşan meslek odaları, çıkarılan ayrı sol listeler ile tek tek iktidar yanlısı grupların eline bırakılıyor. Ankara’da Elektrik Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası gibi yaşamın somut sorunları için önemli seçenek politikaları geliştirmeye çalışmış, bezirgânca yapılaşmaya, bilim dışı işlere karşı çıkmış çok önemli güç odakları, iktidar yanlısı çıkarcı gruplara adeta bilerek teslim edildi.
Halkın, yaşanılan coğrafyanın, özgür düşüncenin geleceği değil, siyasi gruplaşmaların çıkarları önde tutuluyor…
Ülkemiz için en büyük tehlike de bu aydın yozlaşması olarak gözleniyor.
Sol ve sosyalist gruplarda da müthiş bir grup ve yuvar çıkarı gözetme hastalığı ortaya çıktı. Sol partiler, bir güçbirliği için, ortak adaylar çıkarabilmek için görüşmek yerine, sol oyların fazla olduğu semtlerde ayrı ayrı adaylar çıkararak gerici politikalara hizmet edenlerin işlerini kolaylaştırıyor.
Bizlere, siyasi mücadeleyi yalnızca savunduğu parti ya da grubun katı çizgisinde yürümek olarak görmeyenlere çok önemli görevler düşüyor. Gelecek seçimlerde, meslek odalarından yerel yönetimlere, muhtarlıklardan büyükşehir belediye başkanlıklarına, partilerin ya da grupların ne dediğine bakarak değil, somut koşulların neler getirdiğini iyi algılayarak davranmak zorundayız.
O büyük devrimcinin yetmişli yıllarda altını çizdiği o büyük slogan çok can alıcı bir biçimde karşımızda duruyor…
“Anarşi Yok Büyük Derleniş!”
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…