BOYUMUZUN ÖLÇÜSÜ…

BOYUMUZUN ÖLÇÜSÜ…

Aylardır, yıllardır beklenen bu seçim ortamı, aynı zamanda boyumuzun ölçüsünü almamıza da yaradı… Demokrasimizin çapını, insanlığımızın derecesini de ölçüyoruz…

Yeri geldi mi, “yüzde doksan sekizi Müslüman olan bir ülkede…” diye başlar birileri… “Salyangoz satılmaz”la devam eder… Şimdi soralım bu beylere, bu hanımlara, “yüzde doksan sekizi Müslüman” olan bir ülkede, ilk seçimlerde, ekranlarda, sosyal medyada bol bol örneklerini gördüğümüz, seçim hırsızlıkları, türlü çeşitli oy kaydırmaları, halkın iradesi üzerine yapılan baskılar reva mıdır? Ahmet Türk açıkladı… Mardin’de köylerde, kasabalarda devlet görevlileri açık açık tehdit etmiş insanları… Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da, muhalefet adına karşı koyabilecek kadar cesareti olabilen gözlemcilerin olmadığı her yerde (ki on binlerce sandık bu durumda) topluca oy kullanmalar, güvenlik görevlilerinin belli bir parti adına topluca mühür basmaları gırla gitmiş. Türkiye çapında MHP’nin hiç beklenmedik bir oranda oy almasının, Doğu ve Güneydoğu’da AKP ve partili Cumhurbaşkanının aldığı oyların arkasında da bu gerçeklik var… Yanılan kamuoyu yoklamaları değil, seçimin dürüstçe, adaletli bir ortamda yapılacağını umanlar oldu.

Bütün dünya da izliyor olanı biteni… Bize not veriyor. Hiç kuşkusuz Müslümanlığımıza da… Batı’da ortaya çıkmış, bizimkilerin “İslamofobi” diyerek üzerine konferanslar, sempozyumlar düzenledikleri bakış açısının arkasında işte böyle gerçekler yok mu? Hırsızlığı, yalancılığı, kendileri gibi olmayan ve düşünmeyenler üstüne baskıyı, yıldırmayı sistemli bir politika olarak uygulayan bir ülke ve bir inanç hakkında başka türlü nasıl düşünsün adamlar…

Oysa ki, bu işin dinin imanın özüyle bir ilgisinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Dini, imanı, bir hile aracı olarak kullanan, askerlerinin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını geçirerek Sıffiyn savaşını kazanmış Muaviyece kullanan din bezirgânları bizi dünya âleme rezil ediyor; bizi böyle ikiyüzlü, böyle yalancı, böyle hilebaz olarak tanıtıyor. Hazreti Ömer, Cuma namazında sırtındaki hırkanın hesabını verebildiği için o dönemler hızla yayılmıştı İslam düşüncesi… Gâzi Ertuğrul, Anadolu’da toprağın kullanım hakkını Rumundan Ermenisine işleyene verdiği “beytülmal” kıldığı için, dört yüz atlıyla Bizansa diz çöktürmüştü… Haçlı saldırı ve zulümlerine, acımasızca yakıp yıkmalarına karşı İslam dünyasını toparlayıp zaferler kazanmış Kürt komutan Selahattin Eyyubi, düşmana gösterdiği hoşgörü ve insanlıkla da ünlenmişti. Selahaddin Eyyubi’nin kan dökmekten hoşlanmayan, savaş sonrası ele geçirilen hazinelerde, parada, pulda gözü olmayışı, en yakınındakileri bile çileden çıkaracak boyutlardaydı. Bu durum, Batılı kaynaklar tarafından da sitayişle kayıt altına alınmıştır. “Selahaddin şerefli bir adamın, isterse en amansız düşmanı olsun, hiçbir isteğini geri çevirmezdi.” (Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s 182)

Batı Rönesansı’nın doğduğu topraklarda, Kordoba’da, Batı’ya özdeksel bilgiyi taşımış, Aristo’ya sahip çıkarak Avrupa Orta Çağı’nın aşılmasında önemli katkıları olmuş İbri Rüşt’ün heykeli var… Aynı Kordoba’da 10. Yüzyılda Erdülüs Emevi beyi Hâkim’in kütüphanesinde Makkari’ye göre 400.000, Lübnanlı keşiş Kasiri’ye göre 600.000 kitap bulunuyordu. Aynı dönemde Hıristiyan Avrupa’da en zengin kütüphane sayılan Aziz Gall manastırındaki kitap sayısı 800 ciltten ibarettir. (Jack Goody, Rönesanslar, s 27)

Bir de bugünkü, dini politikaya alet eden madrabazlara bakalım… Hiçbirinde, bilime saygının, dürüstlüğün, insanlığın, hatta insafın zerresi bile yok…

Bu seçim günlerinde hem kendimiz boyumuzun ölçüsünü alıyoruz, hem dünyanın bize vereceği notları hazırlıyoruz…

Biz, bizi dışarıya karşı bizleri temsil eder görünen birilerinden utanıyoruz…

Biz, yeri düvele kafa tutmuş bir halkın çocukları olarak bu ayıpları hak etmiyoruz… Biz, önüne serilmiş düşman bayrağına basmamış, katlanıp kaldırılmasını isteyerek saygısını göstermiş, Çanakkale’de şehit düşmüş Anzakları kendi evladımız diyerek bağrına basmış ve analarını teselli etmiş bir Gâzi’nin kurduğu Cumhuriyet’te yaşayanlar olarak bu yaşadıklarımızı hak etmiyoruz…

Daha ölmedik ama… Bu kadersiz ülkenin hep böyle madrabazlar, bezirgânlar elinde kalacağı, yalanla, dolanla, entrikalarla, baskılarla, tehditlerle seçim kazananların ebediyen iktidar olacağı sanılmasın…

Doğacak günlerde çok umutlarımız var… Canımız var oldukça, yüreklerimiz bedenimize ve beynimize pompalayacak kan buldukça, insanlık adına, doğruluk adına, adalet adına direnmeye devam edeceğiz… Bir değil, bin seçim de kazansalar yok edemeyecekler içimizdeki temiz duyguları… Yok edemeyecekler onurla, şerefle yaşıyor olmanın bize verdiği o eşsiz hazzı…

Doğan günde aradığımız ve içimizden hiç eksik etmediğimiz umudu yok edemeyecekler…

Gün gelecek, alt edeceğiz ümidin düşmanlarını… Akarsuyun, meyve çağında ağacın serpilip gelişen hayatın düşmanlarını…

Gün gelecek, her şey güzel olacak… Kavgamız hep sürecek… Yensek ne, yenilsek ne?

Gününüz aydın olsun, alnı ak, vicdanı temiz, ekmeği helal dostlar…

 

 

 

About Post Author