68 kuşağının yurt ve insan sevgisi dolu gür sesiydi… Sonraki kuşaklara da çok sesli müzikle Anadolu göçer-kandaş toplum geleneği türkülerinin sentezini sağlayan bir “özgün” yol bıraktı…
Büyük olasılıkla yetim kalmış bir Ermeni çocuğuydu… Bir kere bile kalkıp bizi şunlar kesti, bunlar doğradı gibi Batı emperyalizminin ekmeğine yağ sürecek, halklar arasındaki karşıtlıkları kışkırtacak, bu arada kendisine de özel paye çıkarak bir soysuzluk yapmadı… Birileri büyük Sovyet desteğiyle kazanılmış Kurtuluş Savaşı’nı ve Mustafa Kemal’i “Ermeni-Kürt-Rum” düşmanı bir katil gibi tanıtıp o kutsal savaşa ve o savaşın atasına kara çalmayı kendisine sermaye yaparken, O, kendini yetim bırakmış o kargaşa içinden çıkıp o savaşı ve Ata’sını “Kuvayımilliye Destanı” ile yıldızlaştırdı…
“Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: ‘Üç’ dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”
Nazım’ın bu destanını onun kadar güzel kim okudu acaba?
ODTÜ amfilerindin birinde Âşık Ali İzzet’i de elinden tutup getirmişti karşımıza. Çıt çıkarmadan dinlememizi isterdi kendisini. Slogan falan atmaya kalkanları azarlayarak sustururdu.
Ruhumdaki yurt ve insan sevgisinin, türkü sevgisinin ateşini bir ucundan da o güzel insan tutuşturdu…
Şimdi bir kez daha analım o güzel insanı ölüm yıldönümünde; bilmezden gelenlere de bildirelim onun yaşamını.
Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van’da doğdu. Anne ve babasının kim olduğunu Ruhi Su’nun kendisinin de bilmediği gibi, haklarında da hiçbir bilgi yoktur. Oğlu Ilgın Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” demişti. Çocukluğunun büyük bir bölümünü, evlatlık olarak yanlarına verildiği yoksul bir aile ve daha sonra da Adana Öksüzler Yurdu’nda (Darül Eytam) geçirdi. Bir ara İstanbul’da askerî okullarda okudu, ancak müzik sevgisi onu yeni arayışlara itti. Adana Öğretmen Okulu’nda okurken, Ankara Müzik Öğretmen Okulu’na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı.
1942’de “Ankara Devlet Konservatuvarını”nın Şan bölümünü bitirdi. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu’nda öğretmenlik, sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde “Usta Öğreticilik” yaptı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservatuvarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası’nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa, Aşk İksiri, Rigoletto, Figaro’nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı’nın temelinde Ruhi Su’nun da çok büyük bir katkısı vardır.
Ankara Radyosu’nda on beş günde bir yayınlanan türkü programları (Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor) düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde büyük bir koro oluşturdu. Aldığı klasik batı müziği eğitimini, ömrü boyunca kendini adadığı türkülerin yorum ve icrasına yaklaşımında bir harman yeri yaptı…
Ruhi Su, sosyalist dünya görüşü nedeniyle 1952-1957 yılları arasında 1951TKP (Türkiye Komünist Partisi) tevkifatı dolayısı ile hapis yattı.1960’ta İstanbul Taksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da programını sürdürdü. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Böyle N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak!” türküsü nedeniyle “halkı sınıflara ayırmak yoluyla Komünizm propagandası yapmak”tan radyodaki işine son verildi.
12 Eylül 1980 sonrası, umutsuz kanser hastası olarak kıvranırken yurtdışına çıkış için uzun süre pasaport da verilmedi kendisine.
Hatıran su kadar azizdir sevgili Ruhi Su. Sen, Baba Tonguç önderliğinde başlatılmış, o Anadolu Rönesansı’ndan bize kalmış en büyük armağanlardan birisin…
Sesin sesimizde, çilem çilemizde, coşkun coşkumuzda, sevincin sevincimizde…
En çok senin gibi “İskân Türküsü” söylemeyi sevdim ben…
Ha bu diyar / Ha bu diyar… Bu diyar sensiz olmaz gayri ey büyük usta…
Hatıran onurumuzdur. Yattığın toprak seni incitmeyecektir…