BU HALK ADAM OLMAZ…

BU HALK ADAM OLMAZ…

Sıkça duyarız bu sözü. Hele de kendisini halkın biraz dışında (ve de üstünde!), halka göre daha aydın, daha ayrıcalıklı konumda olanlar sıkça yakınırlar durumdan. “Bu halk adam olmaz”, “Bu milletle yola gidilmez” sözleri dökülür dudaklarından.

Halkın bu yakınılan durumda olmasının nedenleri üzerineyse hemen hiç düşünülmez. Halk, çok farklı özellikleri, farklı katmanları, inanışları olan çok renkli, çok sesli koskoca bir yığındır… Halkın içinde hem arkaik özellikler, kandaş toplumdan artakalmış paylaşımcı, dayanışmacı gelenekler, hem sınıflı toplumdan benimsenilmiş, bireyci, bencil güdüler, hem kararsızlıklar, bir arada yer alır, adeta birbiriyle yarışır. Halkı etkileyen düşünce, davranış biçimleri, günlük akıntılar bu koskoca yığın üzerinde etkiler bırakır kaçınılmızca. Kötü yönetilen, yalanın, çıkarın, iktidar hırsının önde tutulduğu toplumlarda bu kötü eğilimler karşısında halka ulaşmayı başarmış bir direniş gücü, halka daha yaşanası gelecekler için mücadele gereğini anlatabilen, somutça da özüyle sözü bir, bir seçenek olmadığında, yozlaşma da hızlanacak, olumsuz görülen birçok davranış halk içinde de daha çok ağırlık kazanacaktır.

Kısacası bir “yozlaşma,” “gerileme” olarak gördüğümüz değişiklikler, halkı dışarıdan etkileyen etmenlerin kendi güç ve iletişim olanaklarına göre oluşur…

Toplumsal yapıda kısa dönemlerde de olsa önemli etkileri olmuş kimi düşünürlerin bu konudaki görüşleri benim gözümde çok değerlidir.

Ülkemiz tarihinde önemli bir “özgürleşme ve üretim” süreci de başlatmayı ve yaşatmayı başarmış Köy Enstitüleri’nin kurucusu, büyük “eğitim devrimcisi’ İsmail Hakkı Tonguç’un öğretmen adaylarıyla, öğrencilerle yaptığı konuşmalar önemli ipuçları verir. Baba Tonguç, Yüksek Köy Enstitüsü ders yılı başlangıcı için yaptığı konuşmada bir kez daha yükseköğrenimin temel yöntemleri vereceğini, sonrasını öğrencinin kendisinin bulması gerektiğini vurgulayacaktır. Köylü içinden birilerini çıkarıp seçkin duruma sokmak gibi bir niyeti yoktur. “Biz efendi adamlarız diye halktan ayrılmak yok. Çuvalı yüklenerek, sandalyeyi karın altından kurtarıp Lalahan İstasyonu’na getirecek olan sizlersiniz. (…) Az bilgi ile çok iş, az felsefe yapmaya yönelmeli” diye bağlayacaktır sözlerini (Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi, s 376).

Günümüzde sosyal yaşam bakımından en başarılı bulunan, insanların en rahat yaşadıkları yer olarak bilinen, eğitimleriyle de örnek olan Fin toplumunun bugünlere gelmesinde çok önemli etkileri olmuş, benim Tonguç’a çok benzettiğim Snellman, halkın cahilliğinden, şaşkınlığından, aptallığından yakınanlara, onlara doğru yolu gösteremediğiniz için sizler kabahatlisiniz diye çıkışır. “Ülke halkının büyük kısmının cahil ve kaba olmasına sabretmek ayıptır. Bu kendi kendine eğitim almış, kendi kendine kültür güneşiyle aydınlanmış olan herkesin suçudur. (…) Halkın büyük, asıl kitlesinin eğitilmemesi devlet ayıbıdır; kendi kendini soymak, yıkmak ve bozmak demektir.” (Beyaz Zambaklar Ülkesi, s 132)

Ülkemiz kültür tarihinde unutulmaz bir yeri olan Sabahattin Eyüboğlu halka tepeden bakanları kıyasıya eleştirir. Sabahattin Eyüboğlu’nun (dün akşam onu anlattığım Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Bornova Şubesi’nin canlı facebook etkinliğinde 1771 kişiye ulaşılmış; çok sevindim) çok yadırgadığı olgulardan birisi de solcu geçinenlerin halka tepeden bakması, seçkin bir tavır almasıdır. “Bence solcuların halkı hor görmeleri sağcıların hor görmelerinden çok daha ayıp ve dünyamız için çok daha tehlikelidir. (…) Gerçek sosyalist halkı gerçekten sevendir. Gerçek sevgide saygısız olunmaz ve sopaya başvurulmaz.” (S. Eyüboğlu, Mavi ve Kara s 20-21)

Cumhuriyet tarihini konuşurken onun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve çevresindeki insanları eleştirilemez bir yere koyan ve ülkedeki tüm değişimi tek tek o kişilere bağlayanlar, halkı, halk içinden çıkmış aydınların çabasını hiç görenler Cumhuriyet’e ve Atatürk’e en büyük kötülüğü yaptıklarının farkında değiller gibi geliyor. Halkı ve köylüyü, “pis, uyuşuk, cahil” diye tanımlayanlara, o halkın geleneklerini, değişimci kültürünü iyi gören ve o halk içinden çıkmış çocukları bir ateş topuna dönüştüren Tonguç’un enstitülerde Âşık Veysel, Daimi, Ali İzzet gibi halk âşıklarını “usta öğretici” gibi görevlendirmesine, köylülerin de okullara, derslere girip çıkmasına, yapılan hafta sonu şenliklerinde öğrencilerin de oyuncu oldukları doğaçlama seyirlik oyunlara katılmalarına ne diyeceklerdin acaba?

Kuşkusuz bu eleştiride “halk dalkavukluğu” yapan, halk içindeki yoz eğilimlere göz yuman, onlara karşı çıkmayanlara diyecek bir sözümüz de olmalıdır. Yalnızca kan bağı olduğu için, ya da kendisini sevdiği için yanlış düşünce ve davranış içinde olanları eleştirmeyen, onlarla yanlışları üzerine tartışmayan aydın geçinenlere söyleyecek bir sözümüz de olmalı. Kendi akrabalarının kimi olumsuz alışkanlıklarını ve yanlışlarını eleştirdiğim için bana “Sen ne karışıyorsun, onlar öyle mutlu,” diyen bir yakınıma “Ben insanların inekler gibi mutlu olmasına karşıyım,” diye yanıt vermiştim. Mutluluk göreceli bir kavramdır; bedensel ve düşünsel yetilerinin farkında olmadan, özgürlüğün, kendini geliştirip daha geniş bir bakış açısına sahip olmanın değerini bilmeyenlerin mutluluğunun inek mutluluğundan hatta “ot” mutluluğundan ne farkı olabilir ki?

Selam olsun halkını ve ülkesini sevenlere; selam olsun uyarırken uyananlara, uyanırken uyandıranlara…

Gününüz aydın olsun…

05 Mart 2021, Alper Akçam

 

About Post Author