KAPLUMBAĞALAR’DAN YÜKSEK FIRINLARA VURAN IŞIK

KAPLUMBAĞALAR’DAN YÜKSEK FIRINLARA VURAN IŞIK

Yaşamları boyunca yaşamın her alanında var olmaya çalışmış, örnek ömürler sürmüş bazı insanlara vefa borcumuzu ödemek biz kendini edebiyatçı sayanlar için bir tür boyun borcu olmalı… Bu ülke onların açtığı yolda tanıştı özgürlük duygusuyla, onlarla aydınlık denen kavramın farkına vardı. Fakir Baykurt bu adlardan ve önde gelenlerden birisi…

Burdur’un Yeşilova’sına bağlı Akçaköy’de yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, babası Kara Veli ölünce okuldan alınıp amcasının yanına yanaşma olarak verilmiş, amcasının askere alınmasıyla köyüne ve güçlükle sürdürdüğü okuluna dönmüş Fakir Baykurt’un yaşamına daha sonra bitirdiği Gönen Köy Enstitüsü damgasını vuracak; o yoksul ve yetim köylü çocuğu, yapıtları birçok dile çevrilmiş, ansiklopedilere geçmiş bir yazar, bir aydın olarak adını tarih sayfalarına yazdırmayı başaracaktır.

Fakir Baykurt, kendi deyimiyle, “bacaklarını gerip güne karşı işeyen” bir yazardır; “insan hayatını karartan “beylerle, paşalarla” uğraşır… Baykurt’un yazın çizgisinin arkasında, anası Elif’in evinde karşılaştığı, o sıra kafasındaki roman olan Kaplumbağalar’dan söz ettiğinde, “sivrelt kalemini halam, sivrelt de yaz” diye bağıran köylüsü Haçça Akdoğan’ın sesi hep duyulur. “”İstemeyenlerin ağzına tüküreyim!” demiştir Akçaköylü Haçça. Sonra da devam etmiştir… “Dünyada insanın sıkıntısı bir çanak bulgurla, bir lokma kuru ekmeğe mi? Topal eşeğime yükler, ben iletirim senin çocuklarına! Sivrelt kalemini, durmadan yaz.”
Durmadan yazmıştır Baykurt… İçinde doğup büyüdüğü halk kültüründen aldığı çoğul ve yenileştirici güçle, önce o kültürün evrensel kültürle buluşması için öncülük etmiş, sonra da bir ayağını attığı Avrupa’dan yenileşmiş bir biçemle ses vermiştir.

Fakir Baykurt yazınsallığının odağında, aralarında doğup büyüdüğü Anadolu halk kültürünün derin dip akıntıları yer alır… Batı ortaçağını kapatan ve insanlığı din ve dünya derebeylerine kul köle olmaktan kurtaran Rönesansçı kültür ile edebiyat dünyası için bir devrim sayılabilecek Dostoyevski çok sesli romanıyla ilgili ayrıntılı çalışmaları olan kültürbilimci Mihail Bahtin, edebiyat araştırmaları üzerine kaleme aldığı bir makalesinde araştırmacılarının bazı konulardaki yavan ve yüzeysel tutumlarına işaret eder. “Yazarların yaratıcılıklarına önemli katkıda bulunan kültürün güçlü dip akıntıları (özellikle aşağı kültüre, halk kültürüne ait olanlar) keşfedilmemiş halde kalır ve bazen araştırmacıların bunlardan hiç haberleri bile olmaz.” (M. Bahtin, Noviy Mır Dergisi’nin Yönelttiği Soruya Cevap, Söylem Türleri, s 9) Ülkemiz edebiyat ortamında Köy Enstitülü yazarların başına gelen de böylesi talihsiz bir durumdur.

Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların yapıtlarında grotesk halk kültürüne ve halk gülmece kültürüne ait çoğul söylemin neredeyse başat öğe olması yanında, yine birçok araştırmacı tarafından çok sesli romanın önemli elemanları sayılan, heteroglossia, diyalogcu biçem, parodi, ironi gibi dolaylı anlatım yöntemlerinin zenginliği de kolaylıkla görülebilecektir.

Köy Enstitülü edebiyatçılar Batılı kodlarla kendi toplumunu çözmeye ve değiştirmeye yönelmiş öncüler gibi görülmemelidir. Onlar bir Doğu toplumunun iletişim araçları arasından, kendi dilleri ve yaşam gelenekleri içinde var olan değişimci güçle hem kendi aynalarını kurmuş, hem bu aynadan Batı dil ve kültürüne ışık tutarak, farklı bir perspektif, prizmatik bir bakış açısı oluşturmuştur.

Fakir Baykurt’un halk kültürünün derin dip akıntılarından beslenen yazın çabası 1955 yılında yayınlanmış Çilli adlı öykü kitabıyla ilk önemli yapıtını vermiş, onu 1958 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü almış “Yılanların Öcü” izlemiş, yazınsal serüven, yaşamını noktaladığı âna kadar da aralıksız sürmüştür. Baykurt’un yapıtlarında Mihail Bahtin’in Rönesans kültürünün özü olarak gördüğü ve çoksesli roman türü için de kaynak olarak gösterdiği halk kültürü öğeleri çok yoğun bir biçimde yer alır. Olgunluk dönemini yaşadığı Almanya yıllarında yazdığı metinlerde, bu öğeler çağdaş bir yenileşme ile zenginleşir. .

Fakir Baykurt ve arkadaşlarının toprağının has damlarından çıkıp geldikleri Anadolu da, Hollandalı tarihçi Huizinga’nın tüm insanlık kültürünün kaynağı olarak gördüğü, “homo ludens” kavramıyla tanımladığı oyuncu insanın yurdudur. Ritüeller, seyirlik köylü oyunları, sözlü kültür kaynakları, Nasreddin Hoca’dan Keloğlan’a, Orta Oyunu’ndan Karagöz’e oyunculuk, iktidar karşıtlığı, hiyerarşi düşmanlığı, tuhaflıklar üzerine kurulu imgesel evren, ateşin yenileyici, değiştirici gücü, günlük yaşamın içine işlemiştir.

Bugün, yeni Ortaçağ, ya da yeni bir Osmanlıcılık kültürüyle gözden uzak tutulmaya çalışılan Anadolu halk yaşamı içindeki bu şenlikçi ve çoğulcu yapı, Fakir Baykurt ve diğer enstitülü yazarların yapıtlarında üst kültüre taşınmış, bir ve büyük insanlık kültürünün bir parçası olarak güneşin altındaki yerini almıştır.

Ülkemiz edebiyat dünyasında yaşadığımız en önemli talihsizliklerden biri de 12 Eylül 1980 sonrasında emperyalist kültür politikaları tarafından “Köy Romanı” yaftası takılarak “buyurulmuş edebiyat yaptıkları” doğrultusundaki karalamalar ile dışlanmaya çalışılan Köy Enstitülü yazarların yapıtlarındaki zenginliğin yeterince anlaşılamamış olmasıdır. Enstitülü yazarları ve yapıtlarında yaşamın sıcak nabız vuruşlarını eksik etmeyen edebiyatçılarımızı “toplumcu gerçekçi” bir kategorileştirmeye uğratmakla yetinenler, o yapıtları bir yansıtma, bir yoksulluk ve politik mücadele aracı olarak tanımlayanlar da yaptıkları işin bir yavanlaştırma ve değersizleştirme olduğunun ayrımına varamamışlardır.

Bahtin, Rabelais ve Dünyası adlı yapıtının girişinde şöyle diyor: “Bu kitapta o denli üzerinde durulan ‘grotesk gerçekçilik’, 1930’lu yıllardı toplumcu gerçekçiliği tanımlamak için kullanılan kategorilerle taban tabana zıtlık gösterir”. (Rabelais ve Dünyası, s 20)
15 Ekim 2019 günü (yarın) Çiğli Belediyesi’nin konuğu olarak Fakir Baykurt’u anlatacağız. Kitaplarımız da yanımızda olacak…
İzmirli dostları bekliyoruz…

About Post Author