Fakir Fakat Gururlu Halkın Sessiz Uygarlığı: Porto-Portekiz

AB’ye 1986 yılında İspanya ile katıldığında, “zengin AB fakir ülkeleri alıp genişlemeye gidiyor” diye eleştirilmişti. Çok yönlü alt yapı, üst yapı harcamaları gerektiren bu ülkelerin finansmanı AB’ce karşılanacağından çok yönlü eleştiriler devam etmişlerdi.

Şimdilerdeki Portekiz’e baktığımızda 200 milyar dolarlık GSYİH ’yla %5’ lik enflasyon oranıyla, tarım ve turizmi ile, 20 Bin dolarlık kişi başı GSYİH ‘yla yük olmak bir yana katkı veren güçlü bir AB ülkesi konumundadır Portekiz.

Efendim, yıllardır gitmeyi planladığım Portekiz’e nihayet gidebildim. Oldukça farklı bir imaj ve portre ile karşılaştım.

Denizcilikle kıtalar arası imparatorluklar kuran Portekiz sonradan küçülmüş ve hatta  fakirleşmiş bir ülke haline gelmiştir. O nedenle yeniden diriliş için AB üyeliği işe yaramıştır.  Tarım, turizm potansiyeli, inşaatçılıktaki ustalık, mimari bilgisi ve nihayetinde yapılan içerikli yatırımlar ile önemli bir ülke haline gelmiştir Portekiz…

Turizm oldukça güzel bir potansiyele sahip, gastronomi güçlü, turizm geliri iyi olunca tarım da doğal olarak iyi oluyor. Birbirlerini destekliyorlar.

Porto da binalar mimaride, mühendislikte ve ustalıkta çok iyi bir imaja sahiptir. Eski binalar korunuyor, kaleler çok eski, estetik, müzeler çok derinlikli, şarap müzeleri var, şarap şatolarında hem satış hem de tadım yaptırılıyor, girişler de ücretli.

İspanya’nın Kastilya ve Leon bölgesinin Saria ilinden doğan ve Portekizin kuzeyinde Porto’da Atlas Okyanusuna dökülen Douro Nehri Porto ‘yu ikiye bölmüş.

Bu bölünmüşlük adeta kentin imarını, imar planını ve mimarisini oluşturmuş.

Dik yamaçlı kayalıklarla dolu geçit vermez karşılıklı dağların arasından öfkesiyle dağları delip akan Douro Nehri 897 Km uzunluğundadır.

İki yakanın ayrılmasına neden olan Douro Nehri, iki yakanın tekrar birleştirilmesi için çok sayıda köprünün yapımına da neden olmuş. Aynı zamanda iki yakayı birleştiren köprüler, hem yaya geçişine açık, hem de araç trafiğine…

Bu yönüyle köprüler turizm açısından neredeyse Eyfel Kulesi ile rekabet edebiliyor.

Çok sayıda turist köprüler aracılığıyla iki yaka arasında gidip gelebiliyor. Demir çelikten yapılan bir köprü Eyfel Kulesi’ne özenilerek inşa edilmiş ve ayrıca işlevselliğiyle de Eyfel Kulesine üstünlük sağlıyor. Köprülerden bir tanesi 1881-1886 yılları arasında inşa edilmiş.

Öncelikle Porto’ya gittim, hemşirelikten emekli Maria Teresa teyzemize konuk olduk. İki katlı müstakil evinde 84 yaşına karşın her şeyi kendisi planlıyor ve uyguluyor. 15 metre karelik bahçesinde, domates, salatalık, biber ve üzüm yetiştiriyor.  Yetiştirdiği pembe domates oldukça lezzetliydi.  Ben de pembe domatese duyarlı birisi olarak birkaç örnek satın alıp Türkiye’ye getirdim, kendi bahçemde üretebilir miyim diyerek.Maria Teyze güzel ikramlarda bulundu, zahmetler verdik, teşekkür ediyorum.

Rehberimiz İraci Celina Cernadela ve değerli eşleri Hüseyin Yalçın, torunları Yanis bana eşlik ederek 3 saat boyunca Porto’nun içinden geçen Douro Nehri’nin iki yakasını ve şehrin merkezini gezdirdiler.   Şehrin kalabalığına karşın yürüyüş alanlarında, barlarda, kafelerde çok sayıda insan varlığına karşın, derin sessizlik dikkatimi çekti, şaşırdım. Bunlar sessizlikle mi, işaretle mi konuşuyorlar diye düşündüm, hayran kaldım.

Aynı şey trafikte de geçerli; korna çalan yok, kızan-sinirlenen yok, yayanın her türlü üstünlüğü var, yayalar kuralsız geçse de, tramvaylar, otomobiller duruyor, saygısızlık yapmıyorlar, İstanbul’a da bu kültürü getirsek ne iyi olur diye düşündüm.

Birde okyanus kıyıları… Tamamen özen gösteriliyor, plajlar halka açık, ücret isteyen, bir şeyler satmaya çalışan yok. Bol kumlu plajın uzunluğu 1 km’ dir. Yürüyebilir, güneşlenebilir, yüzebilirsiniz. Plajın bittiği yerde sahil yürüyüş alanı 500m derinliğindedir.   Üst üste yığılmadan yürüyebilirsiniz. Yürüyüş yolunun içe doğru bitişinde tramvay ve araç yolu var. Araç yolundan sonra içe doğru konutların binaların olduğu yer arasında 1 km mesafe var. Okyanusa paralel sahil yolunun bulunduğu bölgenin adı Praia De Matosinhos diye geçiyor.

Dolayısıyla okyanus kıyısıyla yerleşim yerinin arasındaki mesafe 3 km genişliğindedir. Bizdeki gibi deniz içerisinde konutlaşma- yapılaşma yoktur…  Okyanus suyu doğal olarak çok soğuk, ben de 30 dakika yüzerek rekor kırdım.

Porto’nun yapılaşmış bölgelerinde de, sayfiye görece seyreltilmiş yapılaşmasının olduğu bölgelerde de ormanlaştırma- ağaçlandırma damgasını vurmuştur.

Ağaçların yüksekliği, bakımı-budanmışlığı, budanmışlıktan dolayı ağaçların üst kısmındaki daire görünümlü dal ve yaprak adaları çok sempatik gölgelik oluşturuyor.  Altında uyumak, oturmak, kahve içmek istiyorsunuz. Yaprak ve dalların oluşturduğu üst adalar ile ağacın tabanı arasındaki yükseklik 10 metreden fazladır. O nedenle oturanlar açısından çok yukarıdan gölgelik sağlanıyor.

Deniz ürünleri çok lezzetli ve çeşitlidir. Her şey dâhil deniz ürünleri restoranları vardı, gittik ,tattık, deniz ürünlerine eşlik eden şaraplar da içimleri bakımından çok keyifliydi.

Sonrasında rehberlerimizin İkamet ettiği Mirandela’ya geçtik, küçük bir kasaba. Buralarda da ormanlandırma, ağaçlandırma ve dolayısıyla yürüyüş yolları çok cazip.   Nehirler var, nehirlerin üstünde köprüler var. Köprülerin altındaki nehirler insanlar gibi sessizce akıyor. Köprülerin iki yakasındaki ayaklarının olduğu bölgede ekolojik kafeler var, insanlar yine sessiz gürültüsüz kahve içip sohbet ediyorlar.  Rehberimiz Celina Hanımın kuzeni Jose Bernardino bizleri yemeğe davet etti. Ben deniz ürünlerini tercih ettim. Bizde balık restoranlarında meze olarak ikram edilen, ahtapot, karides, kalamar çoğunlukla ana yemek olarak sunuluyor.  Ben çok büyük bir ahtapotu ana yemek olarak aldım, yanındaki sebzeler ve salatalarda güzel ve çok doyurucuydu. Hem şarap içtim hem de yemeğin sonunda yöreye özgü hazmettirici sert içkiden de tattım.

Bana ev sahipliği yapan ve rehberlik yapan Celina ve Hüseyin Yalçın evliliklerinde kırk yılı devirmişler, 4 çocukları ve torunları var, torunları Yanis bizlere eşlik etti,  15 yaşında… Yanis’in babası Deniz bizlere daha sonra eşik etti. Celina ve Hüseyin Yalçın, hem Portekiz hem Türkiye hem de Fransa kültürüne yatkındırlar. Mirandela kasabası Celina’nın çocukluğunun geçtiği, ilk ve orta öğretimini tamamladığı kasabadır.Torun Yanis Türk-Fransız babaya ,Cezayirli-Fransız anneye ,Türk Dedeye ve Portekizli Babaanneye sahip olunca çok kültürlü,çok dilli olarak yetişiyor ve global rekabet açısından avantaj elde ediyor.Çok da uyumlu ve sevimli birisidir.Bahtı açık olsun…

Sonuç olarak betimlemek gerekirse Porto ve Portekiz; okyanus, nehir, gastronomi, dik yamaçlı dağlar, şarap, romantizm, aşk öykülerinin şehri ve ülkesi konumundadır.

Türkiye ile karşılaştırmalı olarak söylemek gerekirse şöyle bir yorum yapılabilir:

Hırçın Karadeniz Karadenizliyi karakterize etmiş; dik ve geçit vermeyen dağlar, Doğu Anadolu insanımızı sinirli ve gerilimli yapmış. Yani doğa ülkemizde insanı kendisine benzetmiş. Halbuki Portekizli, doğa karşısında boynunu bükmüş, sessizleşmiş, uygarlaşmış, medenileşmiştir.

Vaktiyle okyanus balıkçıları okyanusla başa çıkmayı denemişler, bu yönüyle okyanusta balıkçı eşlerinin gelmelerini bekleyen, umutsuz bekleyişten sonra eşleri okyanusta kaybolunca ağıtlar yakan kadınların çaresizliğini resmeden kumlar içerisinde heykeller -anıtlar inşa edilmiş …

Portekiz’i daha fazla anlatmak için daha fazla yaşamak gerekiyor. Bir kez daha aynı yerlere gitmek dileğiyle yazımızı sonlandıralım.

Prof. Dr. Ali AKDEMİR

İstanbul Arel Üniversitesi Öğretim Üyesi

aliakdemir@arel.edu.tr

About Post Author