Alevi Öğrenci Bildirisi, ülke çapında ses getirdi. Basında geniş yer aldı ve tartışma konusu oldu. O tarihte sol-demokrat-aydınlanmacı çizgide yayın yapan Akşam gazetesi, tam metni yayınladı. Köşe yazarları öğrencileri destekledi. Bu bildiriyi, İstanbul’daki Alevi üniversitelilerin bildirisi izledi. Yükseköğrenim Alevi Gençliği adına hazırlanan ikinci bildiri de birinciyi hazırlayanlarca oluşturulup imzaya açıldı.
1961 Anayasası’na gelene kadar oluşturulan anayasalarda devletin resmi dini Sünnilik anlamında ‘İslam’dı. O düzlemde uygulamalar yapılıyordu. Bu yüzdendir ki, Alevilerin kendi kimliklerini açıkça olmasa da Aleviliği anımsatan kavramlarla ifade etmeye çalışmaları ve sosyal-siyasal örgütlenme çabası içine girmeleri 1961 Anayasası sonrası yıllara rastlar. O zamana değin Alevilerin örgütlenmesi, esas olarak inançsal/dinsel temelde örgütlenme idi. Cumhuriyet yönetimiyle birlikte az da olsa siyasete katılanlar oldu. Birinci TBMM’de bugüne kıyasla azımsanamayacak sayıda Alevi milletvekili yer almıştı.
27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti (DP) iktidarını deviren askeri yönetimin yapılmasına izin verdiği 1961 Anayasası’nın 19’uncu maddesinde; “din ve vicdan özgürlüğü” yani egemen Sünni inanç dışında herhangi bir dine, mezhebe inanmak ya da inanmamak anayasal haklar arasında sayılıyordu.
ALEVİ ÖĞRENCİLERİN İLK BİLDİRİSİ
Yıl 1962-1963. İsmet İnönü hükümeti, Diyanet İşleri Teşkilat Yasası’nda bir değişiklik öngörüyordu. Dokuzuncu İnönü koalisyon hükümeti zamanında Diyanet’te Mezhepler Müdürlüğü açılacak, Aleviler de orada İslam halkası içinde temsil edilecekti. Tasarı açıklanır açıklanmaz harekete geçen sağcı basın, özellikle Yeni İstanbul, Zafer ve Adalet gibi gazeteler, Alevilere karşı taarruza geçtiler. “Hazırlanan tasarı sayesinde Alevilerin mum söndürme törenlerini camiye taşıyacaklarını ve bu kutsal mekânı cümbüş evine çevireceklerini” yazacak kadar edepsizliği ele aldılar. Bu karşılık Cumhuriyet gazetesi (İlhan Selçuk, Fikret Otyam vb) Alevi haklarını savunuyorlardı. Meclisteki Alevi milletvekillerinden ise ses çıkmıyordu.
Yıl 1963. Ankara’daki farklı fakültelerden 50 kadar Alevi üniversite öğrencisi, bir bildiriyle sağcı gazeteleri kınamayı amaçladı. Önce 12 öğrenci temsilcisi bildiriyi hazırlamakla görevlendirildi. Ancak Kürt Alevi öğrencilerle Türk Alevi öğrenciler, bildirinin “Büyük Türk Ulusuna” başlığıyla mı yoksa “Türkiye Halklarına” başlığıyla mı çıkması gerektiği noktasında anlaşamadılar. “Türkiye Halklarına” başlığının konulmaması üzerine, Kürt Alevi öğrencilerden bir kısmı bildiriyi imzalamadı. Bu yüzden bildiriyi hazırlayan temsilci sayısı dörde indi: Seyfi Oktay, Mustafa Timisi, Ali İlhan ve Engin Dikmen.
Bildiriyi kaleme alma görevini, o tarihte Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Seyfi Oktay aldı. Toplantılar ve tartışmalar, Timisi’nin bürosunda yapılıyordu. Seyfi Oktay ve Mustafa Timisi’nin de içinde bulunduğu Alevi inançlı tertip komitesi, bir basın açıklaması yaptı. Devletin bir kurumu olan Diyanet’in her türlü inanca eşit mesafede durması ve laiklik prensiplerine göre hareket etmesi; Alevilere de bu düzlemde yaklaşılması isteniyordu.
Bu olay, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de dikkatini çekmişti. Bildiriyi kamuoyuna duyuran Alevi heyetini davet etti. Seyfi Oktay, Mustafa Timisi, Kahraman Aytaç (avukat ve hukuk doktoruydu), Engin Dikmen, Taki Davutoğlu, Ali İlhan hep birlikte Cemal Gürsel’e gidip olayı ona aktarıyor ve bu engellerin giderilmesi gerektiğini söylüyorlar. O günlerde Alevi sözcüğünü kullanmak bile zordu. Cemal Gürsel bizi Alevi heyetini dikkatle dinledikten sonra şunları söylemişti: “Haklısınız çocuklar. Düzeltmemiz gerekiyor. Bugün, ben bir Alevi gibi düşünüyorum. Yavuz Sultan Selim Sünni İslam’ı resmi ideoloji olarak almayıp Aleviliği alsaydı, Türkiye şimdi dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olurdu.” (Mustafa Timisi, En Zor Yılları Anlattı, Radikal gazetesi, 14 Kasım 2008)
Mustafa Timisi, 1969’daki 2. Kongre’de BP (Birlik Partisi) Genel Başkanı oldu. Bahsedilen bildiriyi kaleme alan (Malatya/Hekimhanlı) Seyfi Oktay, bir sonraki dönemde Ankara’da Hacı Bektaş Demeği’nin kurucu genel sekreterliğini üstlendi. Bu dernek, ilk kez Alevi kuruluşu olarak kayda geçmiştir. 1991-1995 döneminde iki kez Adalet Bakanlığı yapan ve şimdilerde emekli sayılan eski avukat-milletvekili Oktay ile, Ağustos 2019’da Didim’deki yazlık evinde yaptığımız sohbet sırasında konuyu bana ayrıntılarıyla anlatmıştı. Malatya Hekimhanlı olması nedeniyle ülkenin batısındaki okullarda okuduğu sırada “Doğulu olmanın” nasıl bir aşağılanmayla karşılandığını, acılı bir dille ifade etmişti. Bu ayrımcılığı, dışlanma ve ötekileştirmeyi etinde kemiğinde hisseden Sayın Oktay’ın, birkaç arkadaşıyla birlikte böyle bir bildiri için önayak olmasından daha doğal bir şey olamazdı.
1963 Alevi Öğrenci Bildirisi, ülke çapında ses getirdi. Basında geniş yer aldı ve tartışma konusu oldu. O tarihte sol-demokrat-aydınlanmacı çizgide yayın yapan Akşam gazetesi, tam metni yayınladı. Köşe yazarları öğrencileri destekledi. Bu bildiriyi, İstanbul’daki Alevi üniversitelilerin bildirisi izledi. Yükseköğrenim Alevi Gençliği adına hazırlanan ikinci bildiri de birinciyi hazırlayanlarca oluşturulup imzaya açıldı. 1963 yılına kadar Alevi adını kullanarak herhangi bir olaya karşı tepki konmadığından Alevi öğrencilerin bildirileri tarihte önemli bir yer tutar. Olay, Aleviler için çok önemliydi. İşte Alevilerin Aleviliklerini açık açık kamuoyunda ifade etmeye çalışmaları bu dönemde başladı.
O dönemde Hacıbektaş-ı Veli türbesi kapalıydı. Gürsel ile görüşen Alevi heyeti, “Mevlana türbesi açık fakat Hacıbektaş niye kapalı?” diye sorunca, olaydan haberdar olmayan Gürsel, dönemin Turizm Bakanı Ali İhsan Göğüş aracılığıyla 1964 yılında Hacıbektaş Türbesi’nin müze olarak açılmasına yardımcı olmuştu.
Parti ve dernekler (Türkiye Birlik Partisi, Hacı Bektaş Kültür Dernekleri, bir yöneticisi Sünni inançlı olan Karaca Ahmet Derneği) kurulmalarına ek olarak Cem ve Ehlibeyt Yolu dergilerinin yayımlanmaları 1960’lı yılların ikinci yarısında gerçekleşti.
SAĞCI SALDIRILARA İLK ÖRNEK: ORTACA KATLİAMI
Bütün gelişmelere rağmen mezhepçi, ırkçı ve ayırımcı saldırılar durmadı. Mesela 1966 yılında yaşanan Muğla Ortaca Alevi katliamına bakalım.
Temel hak ve özgürlükler açısından bakılırsa 1961 Anayasası Türkiye için açılımlar getiriyordu. Ama o istikametteki düzenlemelerin geciktirilmesi, Demirel’in lideri olduğu Adalet Partisi’nin (AP) işine geliyordu. Dolayısıyla sağcı Demirel, bu fırsatı Türkiye’ye vermedi. Timisi, parlamento kürsüsündeki bir konuşmasında “Bu politika değişmeli, bütünlük böyle sağlanır” deyince, Meclis karıştı; Adalet Partililer kendisine hücum ettiler. “Bölücülük yapma” suçlamasıyla kürsüyü kuşattılar. Timisi’nin cevabı sert olmuştu: “Asıl sizin yaptığınız bölücülük!” diye cevap verdi. Timisi, sonradan olayı anlatırken şu tespiti yapıyordu: “1970’lerde Adalet Partisi eğer bizi anlasaydı, Türkiye çok daha önce demokratikleşirdi. Alevi meselesi, Kürt sorunu olmazdı, Apo da bu kadar güç kazanamazdı.” (Timisi: “Keşke Merkez Sağ Alevileri Anlasaydı”, 14 Ekim 2013 tarihli Düzce Yerel Haber sitesi)
Adalet Partisi, Alevi’yi reddeden bir politika izliyordu, zamanın Diyanet İşleri Başkanı, “Alevilik ölmüştür.” diye beyanat veriyordu. CHP, 1960’larda bu değerlere sahip olan bir muhalefet partisi değildi. 1966 yılında Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Elmalı’nın Alevileri hedef alan açıklamalarına karşı hazırlanan ikinci bildiri izledi. Doğan Kılıç (1960’lardan sonra Şıhhasananlı soyadını künyesine ekleyip kayda geçirmiştir), 1927 Erzincan doğumlu bir Kürt Alevidir. 1938 Dersim katliamında aile bireylerinin bir kısmını kaybeden ve kalanlarla birlikte Burdur’a sürgün edilen Kılıç’ın hayat serüveni pek trajik ve ilginçtir. Bu kısmı bir başka yazıya bırakarak, kendisinin Alevilerin mücadelesine ilişkin katkısına değinelim. Doğan Kılıç bir süre tutuklu kalıp serbest bırakıldıktan sonra, Türkiye’de Alevilerin ilk gazetesi sayılan Ehlibeyt Yolu’nun sahipliğini üstlenir. 1966’da yayına giren dergi, haftalık olarak basılmıştır. Aleviler üstündeki baskıları gündeme getirmiştir. Kılıç, 250 bin Alevi adına dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e telgraf çeker. 11 Ekim 1966 tarihli Cumhuriyet gazetesinin söz konusu telgraf hakkında haberi şöyledir: “Biz Alevilere karşı bulunan Diyanet İşleri Reisi İbrahim Elmalı’yı azletmenize teşekkür ederiz. Biz Aleviler bu kimseyle sonuna kadar mücadeleye kararlıydık. Hilâfetçi, gerici, ırkçı zümrelerin hükümete yaptıkları baskıyı görüyoruz. Dirayetinizi kullanmanızı istiyoruz. Diyanet İşlerini cumhuriyetçi ve medeniyetçi ahkâma göre muhafaza etmenin tek çaresi bu teşkilatta Alevilere yer vermek olacaktır. Alevilik bu teşkilatta temsil edilmezse eninde-sonunda hilâfetçiler buraya hâkim olacaklardır. Hürmetlerimizi sunarız.”
Muğla’nın Ortaca yöresindeki Sünnilerin Nurcu ağası, 1960 yılında devletin bahşettiği araziyi kaybetmemek ve şahsi menfaatleri için, din kisvesi adı altında, “Aleviler camilerimizi yıkıyorlar” yalanıyla “yeşil bayrak” açarak 16 Sünni köyü birleştirdi. Amaç, bölgede bulunan Alevi Türkmenleri kovmak ve bölgeye tamamen sahip olmaktı. ‘Bu topraklar bizimdir, Tahtacılar dağlarınıza gidin’, ‘Bir Tahtacı öldüren cennetliktir’ , ‘Alevilerin namusu olmaz’ sloganlarıyla 5 Haziran 1966 tarihinde Ortaca’ya doğru yola çıkan yaklaşık bin silahlı insan, ilk önce bir sinemayı bastılar ve iki kadına tecavüz ettiler. Sinema, sahibi ve içerisinde bulunanlarla birlikte yakıldı. Ortaca’nın ilk Alevi belediye başkanı Ziya Çavuş makamında grupça yakalandı; zorla saç ve sakalı kesildi, bir belge imzalattırılarak makamından azledildi ve yerine saldırganlarca Sünni biri atandı. Hiçbir güvenlik görevlisi müdahalede bulunmadı. Bu baskını beklemeyen Alevi Türkmenler, şaşkındı ve kaçmaya çalıştılar. 12 Haziran’da odun toplamaya çıkan Alevi aileye dört kişi saldırdı, erkeği ağaca bağlayıp eşine tecavüz ettiler. Ertesi gün olayı öğrenen Aleviler ağanın köyünü bastılar, çatışmada bir Sünni öldü.
.
Çatışmalar ve Alevilere karşı uygulanan baskı artarak devam etti. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı Faruk Sükan ve Muğla Valisi Hasan Basa, mezhepçi saldırılara müdahale etmediler; olayın üstünü örttüler.
İKİNCİ ÖRNEK: ELBİSTAN KATLİAMI
Ehlibeyt Yolu gazetesi öncülüğünde Haziran 1967’de Elbistan’da “Ehlibeyt Gecesi” düzenlendi. Âşık Mahsuni Şerif, Kul Ahmet gibi halk ozanlarının katıldığı gecede Doğan Kılıç, Alevi yurttaşların sorunlarıyla ilgili bir konuşma yaptı. Alevi deyişleri temelinde övgülü türküler söylenince, dinci sağcı bir grup ayağa kalkarak İstiklal Marşı’nı okuyup aleyhte slogan atmaya başladı. Alevi önderleri olayı önlemeye çalıştılar. Ancak başaramadılar. Tartışma kavgaya dönüştü ve konser dağıldı. Mahsuni ile Osman Dağlı, “Arığ Palas” oteline, Kul Ahmet ise köydeki akrabalarının evine sığındı. Gecenin sonunda Doğan Kılıç, gericiler tarafından linç edilmek istendi. Ertesi gün de Elbistan’da Alevilere karşı sürek avı başladı. Olaydan habersiz Alevi köylüleri, ertesi günü ürettikleri malları satmak için gittikleri pazar yerinde, akşamdan örgütlenen ve “Allahu ekber, Alevilere ölüm!” diyen sağcı Sünni bir grubun saldırısına uğradılar. İşportacılar nehre döküldü, kadınlarla çocuklar ölüme terk edildiler.
AYNI TUTUM DEVAM EDİYOR…
Benzer tutum, daha yumuşak ve örtülü tutumlarla şimdi de devam ediyor. Örneklerini Turan Eser’in Birgün gazetesinde 21-24 Ocak 2020 tarihleri arasında “Alevi Gerçeği” dizi başlığı altında kaleme aldığı dört makalede görebiliyoruz. Bazı alıntılar yapmakla yetineyim: “Aleviler kendilerine yönelik süregelen ayrımcılık uygulamalarının son bulması, cemevlerinin tanınması için, AKP hükümeti üzerinden devlete başvurdular. ..Avrupa ülkelerinde resmen tanınan Alevilik ve cemevleri, AB İlerleme Raporlarının konusu ve istemleri haline geldi. Fakat AKP iktidarı, Alevilerin inanç merkezi olan cemevi gerçeğini kabul etmemekte ısrar etmeye devam ettiler. Hatta daha ileri giderek, Alevileri rencide eden açıklamalar yaptılar. AKP hükümetinin birçok milletvekili, bakanı ve hatta başbakanı; ‘Cemevi caminin karşısına konulamaz!’, ‘Cemevi cümbüş evidir’ ya da ‘Cemevleri terör yuvasıdır’ denilerek Aleviler ötekileştirildi ve ayrımcılığa maruz bırakıldılar. Oysa cemevi, caminin, kilisenin, sinagogun alternatifi olmadığı gibi terör yuvası ya da ‘cümbüş evi’ değildir.”