Prof. Dr. Esfender Korkmaz
Geçen yıl, 2019 da, elektriğe ve doğalgaza Temmuz ve sonrasında iki defa yüzde 15’er oranında zam yapıldı. Kümülatif zam oranı yüzde 32 oldu. Buna karşılık 2019 yıllık TÜFE oranı 11.84 oldu. TÜFE’ye göre hesaplarsak, elektrik ve doğalgaz fiyatları 2019 yılında reel olarak yüzde 18 oranında arttı. Bu demektir ki, vatandaşın doğalgaz ve elektrik için satın alma gücü aynı oranda azaldı.
Kasap et derdinde… Keçi can derdinde… Bu şartlarda bile siyasi iktidar popülizm, beka sorunu sloganı, algı yaratma projeleri yapıyor. Gerçekte insanlar sıkıntı ve geçim derdinde iken, soğuktan titrerken bütün bunlar halk nezdinde eksi yazıyor ve ters tepiyor.
Siyasi partiler, “bu gün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” ‘diye sürekli anket yaptırıyorlar. Siyasi eğilimi ölçtürüyorlar. Ancak, neden oyumuz düşüyor? sorusu için anket yaptırmak akıllarına gelmiyor.
Sonuçları tartışılmasına rağmen TÜİK’in anketlerine de bakmıyorlar. Dün tüketici güven endeksi 58.8 olarak açıklandı. Tüketici güven sınırı 100’dür. Altı güvensizliği gösteriyor. 2018 Haziran ayında 70 olan bu endeks sonra düşmeye başlamış ve 2018 ekim ayından 2020 ocak ayı dahil bu güne kadar en düşük seviyede yüzde 58 seviyesinde seyretmiş. Yani uzun zamandır tüketici güven kaybı yaşıyor. Başka bir ifade ile enflasyon ve işsizlik gibi, güvensizlikte kronikleşti.
Normalde başta siyasi iktidarın, sonra siyasi partilerin anketler yaptırarak halkın sorunları nedir? Ne bekliyorlar? Çözüm önerileri var mı? Belirlemeleri gerekir. Politika ve proje üretemeyen iktidarlar korku imparatorluğu yaratırlar. Ya da halkın dikkatini farklı alanlara çekmeye çalışırlar. Ama tekrar etmek gerekirse, ‘‘aç ayı oynamaz.”
Popülist politikalar hangi ülkede olursa olsun kısa dönemli siyasi yarar sağlamak üstüne kuruludur. Popülizm orta ve uzun dönemde ülke kaynaklarının etkin kullanılmasını engeller. GSYH’da büyüme sürdürülemez. Kaynaklar verimsiz kullanıldığı için de enflasyon kronikleşir. Sonra yoksullaşma başlar.
Popülizmin denetimini muhalefet partileri yapar. Ama aynı zamanda tarafsız sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların da halkın sesi olarak bu denetimi yapması gerekir.
Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri, tarafsız olan toplumsal sorunlara cevap arayan sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterirler. Ne var ki Türkiye de söz gelimi ticaret ve sanayi odalarını her dönemde hükümetler doğrudan veya dolaylı yoldan kontrol altında tutmuşlardır. Mimar ve mühendis odalarının bir kısmı ideolojik çizgide çalışıyor. Vakıfların bir kısmı hükümetler tarafından besleniyor, bir kısmı ise tahakküm altındadır. İstanbul da oturup da İstanbul dışından gelenlerin her köy için bir-iki derneği var. Bir kısım dernekler de kumar oynatmak için kuruluyor. Bu şartlarda kim kimi denetleyecek?
Sendikalara gelince, her ideolojinin bir sendikası var. Bazı sendika başkanları 30 yıldır başkanlık yapıyor. Değişmiyor. Sendika ağaları öteden beri var. Türkiye de işçilerin yalnız yüzde 12’si sendikalıdır. İdeoloji ve çıkar olan yerde, halkın menfaatleri yoktur. Geçen yıl basın, memur sendikalarının birinin başkanının 26 bin lira maaş aldığını yazdı. Çoğu sendika başkanı sendikayı siyaset yapmak için, milletvekili olmak için, bir siyasi partinin güdümüne veriyor.
Sonuç: Demokrasi ayağımız eksik olduğu için bütün bu sorunları yaşıyoruz. Yanlışı düzeltmek gene halka kalıyor.