AKP/MHP Zulmüne karşı ezilen halkla ve emekçilerle dayanışma sağlayarak tüm muhalif güçlerle, eylem birliği yaparak hak aramanın değişik yolları vardır. Bu nedenle mücadelenin yol ve yöntemleri farklı, farklıdır. Şu veya bu yolla zulme karşı adaletten yana tavır belirlemek, köleleştirilen halk yığınlarına ve yağmalanan ülkeye sahip çıkmak her durumda tüm yurtseverlerin ertelenemez görevidir. Temel sorumluluğumuz dayanışarak ve birleşerek sonuç elde edeceğimiz eylemler ile bu sonuçları elde etmek mümkün olacaktır. İktidar olma mücadelesini başarı ile sonuca götürecek eylemler kuşkusuz bedel ödemeyi gerektiren sokak eylemleridir. Işık açma ve kapama eylemi denenmiş ve sönümleme ihtimali çok yüksek olan pasif bir eylem türü olması nedeniyle başarı şansı çok düşüktür ve zamanlaması da yanlıştır.
Bu nedenle toplumsal ilişkiler düzleminde bir şeylerin yanlış temellendiği, yanlış gittiği, hakkaniyet ve adalet ölçülerinin kaçtığı, zulüm ve sömürünün, talanın ve yalanın yaygınlaştırıldığı bu dönemde Laik demokratik cumhuriyet rejiminden arta kalan son kırıntıları yaşamaktayız. Siyasal İslam’ın ülkeyi sürüklediği bütün bu olumsuzluklar, adaletsizlikler ve ölçüsüzlükler ortadayken halk düşmanı ve rejimin mezar kazıcısı Erdoğan ile müzakere yapmak partimizin tarihi geçmişi ve yakın geçmişi göz önüne alındığında büyük bir yanlış olduğu tüm çıplaklığı ile ortaya çıkacaktır. Yeniden Cumhuriyetin ayarlarına dönebilmek için köklü bir değişim hedefi güdülmeli ve bu siyasi, İslamcı ve egemen otoriteye karşı muhalif bir tutum geliştirmek ve mücadeleci bir tavır içine girmek ana muhalefet ve tüm muhalefet partileri başta olmak üzere bütün toplumsal kesimler için kaçınılmaz olmuştur. İşte bu muhalif tutum ve mücadeleci kimlik siyasal eylemliliği gerektirir ve geliştirir. Mustafa Kemal, Vahdetinle hiçbir zaman müzakere masasına oturmadı. Tam aksine bedel ödemeyi göze alarak mücadeleyi alabildiğine derinleştirerek zafere ulaştırdı.
Bilhassa muhalif saflar üstünde siyasi/islamcı AKP/MHP’in artan baskıları, yoğunlaşan şiddeti, darbe ya da benzeri hukuksuzlukları neticesinde yaygınlaşan yenilgi ve gerileme ortamları dikkate alındığında, ilkesel temelde bir siyasal tavır alışın ve bunun yansıması olarak siyasi ses getirebilecek eylemliliğin daha önem kazandığı herkesin malumudur. Nitekim geçmişin deneyimleri ve pratikleri bize gösteriyor ki son 22 yılın muhasebesini yaptığımızda siyasi/islamcı otoriter bu ucube iktidarla müzakere yapmak, “ölümü görüp sıtmaya razı olmaktan ”başka bir anlam yada kazanım sağlamayacaktır. Partimiz iktidarla “hem müzakere hem mücadele edecektir”yanılsaması ile Erdoğan’ın kendisini aklama ve toparlanmasının yolunu açan ve içinde çarpıcı zaaflar sergileyen bu “strateji yanlışlığına” savrulan karar organlarımızı üzülerek izlemekteyiz. Bu sürecin sonunda yanılan ve kaybeden taraf kim olacak bekleyip hep birlikte göreceğiz. Yakın günlerde yapılan kamuoyu araştırmaları bu acı gerçekleri kısmen de olsa ortaya koymaktadır.
“Sıkılı yumruklarla uzlaşma olmaz” söylemi ve “aynı gemideyiz” edebiyatıyla, bazende “değiştik, olgunlaştık” avunmasıyla, kimi zaman da sivil toplumculuk ve benzeri uzlaşma teorilerinin ardına sığınarak muhalefet zeminini terk etme “siyaset “ten uzaklaşma yaklaşımlarının belirginleştiği bir dönemdir bu dönem. İşte tam da bu süreçte muhalif siyasal kimliğin ve bunun yansıması olarak siyasal eylemliliğin ilkeli bir zeminde ve devrimci bir tarzda öne çıkartılması sadece bir netlik ve tutarlılık göstergesi olmakla kalmaz. Aynı zamanda gerçekten düzeni değiştirmeye talip olanlarla, düzen paralelinde değişmeye razı olanlar arasında önemli bir ayrıştırıcı işlevi de üstlenir.
Siyasal eylemlilik genelde zulmün ve sömürünün tezahürüne tepki şeklinde gerçekleşir. Bazen mazlumlarla ve ezilenlerin arasında dayanışma ve birliktelik mesajı içerir. Kimi zaman görmezden gelmeye, yok saymaya yönelik çabalara karşı var olunduğunun beyanı olarak ortaya konur. Siyasi eylem bir durumu değiştirme ve daha ileriye götürme yönünde değiştirme ve dönüştürme çabasıdır. Parlamentonun tamamen etkisizleştiği böyle bir dönemde gösteri veya protesto kitlesel sokak mücadelesi ile hak alma amaçlı gerçekleştirilen eylemlerle mümkün olacaktır. Siyasi eylemler anti demokratik devlet kurumları ya da AKP /MHP iktidarının faşist uygulamalarına karşı sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler ve tüm memnuniyetsiz muhalif kesimler tarafından yapılır. Dayanışma ve müzakere bu kesimlerle yapılır. Ülkeyi uçuruma sürükleyen Erdoğan ve sözde bakanlarıyla değil! Çünkü bu otoriter ve teokratik yapılar iktidarlarını antidemokratik yöntemler ve zeminler üzerinden var ederler. Yoklukları, yoksullukları ve yasakları bu nedenle tasfiye etmezler, tam aksine varlık nedeni yaparak, fabrikalar yapmak yerine cezaevleri yaparlar.
Peki, pratik düzlemde sonuç doğurması muhtemel görünmeyen bu konuları bile bile partimiz neden ve niçin Erdoğan’ın kapanına düşüyor? Uzlaşmacı politikası, Erdoğan’dan ne alacak? yada nasıl bir normalleşme sağlayacak. Enflasyon mu düşecek, kurlar mı düşecek, zindanlar mı boşalacak, vergi adaleti mi sağlanacak, İhale yasası mı değişecek, düşünce ve inanç özgürlüğü mü olacak, toplu gösteri ve yürüyüş hakkı mı olacak, Şerri hükümlere dayalı dini eğitim sistemi mi değişecek, AİHM ve AYM kararları mı uygulanacak, açlık, yokluk ve yasaklar mı sonlanacak, Özgür Özel ve ekibi bu riskli durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verirlerse ve yıllardır zor koşullarla yakalanan iktidar olma fırsatını ve hedefini boşa düşürürlerse, bunun sonucunda birtakım bedeller ödemek zorunda kalmanın mantığını anlamalıdırlar.
Pasif eylemlerle haklar alınmaz, iktidar olunmaz ilkesi ile, AKP/MHP iktidarının lime, lime, döküldüğü kağıttan kaplan oldukları her haliyle ortadayken, Erdoğan’la müzakere yapmak değil, tüm muhalif kesimleri bir araya getirerek ve o kesimlere önderlik yaparak, bu haramiler iktidarını yerle ihsan etmektir. Yol yakınken bu yanlış stratejiden vazgeçerek, amasız ve fakatsız erken seçimi gündeme taşıyarak, bu haramiler iktidarını erken seçime götürmektir.
Av. Hakkı Toka 11/ 07/ 2024