Çeviköz, Dış Politikaya Dikkat Çekti

Türkiye, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki yeni büyük oyunda bir aktör nasıl olur?

Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da olayların gidişatına baktığında, bu yılı yeni bir Büyük Oyun’un başlangıcı olarak nitelemeleri mümkündür. 2 Ocak günü Türkiye Büyük Millet Meclisi, Libya’ya Türk askeri birliklerinin gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanlığına yetki veren tezkereyi tartıştı ve kabul etti. 3 Ocak günü ise, İranlı general Kasım Süleymani ABD’nin bir saldırısı sonucu Bağdat’ta öldürüldü. İran, hiçbir tereddütte bulunmaksızın, Irak’taki iki ABD üssüne yönelik füze saldırılarıyla misillemede bulundu.

İranlı yetkililerin Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağını “sehven” vurmaları, ülkede daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sivil tepkinin de başlangıcı oldu. 8 Ocak günü, Rusya Devlet Başkanı Putin, Türkiye’yi ziyaret etti ve iki ülke Libya’da bir ateşkes çağrısında bulundular. Benzer bir ateşkes çağrısı, Suriye Ordusu ile terörist gruplar arasındaki çatışmaların tırmandığı Suriye’nin İdlib vilayetine yönelik olarak da yaşanmıştı. ABD ve İran arasındaki gerilim şimdilik yatışmış gibi görünse de İran’ın iç istikrarı çok hassas bir durumda. Moskova Libya’da çatışan taraflar arasındaki ilk görüşmeleri kolaylaştırsa da, iki taraf bir anlaşmaya varamadı. Görünen o ki, bölgede gerilimin ve gerginliğin daha da tırmanması için yeterince sebep mevcut.

Tüm bu gelişmelerin ardındaki nedenlerden birinin enerji kaynaklarının önemi ile bu kaynakların bulundukları yerden ihtiyaç duyuldukları yere aktarımı olduğunu görmezsek, olayları basite indirgemiş oluruz. Türkiye’nin İsrail ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerinin son on yılda istikrarlı bir şekilde bozulması bölgede özellikle hidrokarbon kaynaklarının sondajı ve kullanımı ile ilgili olarak yeni ittifakların oluşmasına yol açtı. Türkiye, dış politika hatalarından dolayı bu gelişmelerde kendine bir yer bulamadı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de diplomasiyi hiçe sayması, bölgesel anlamda ciddi bir siyasi boşluk ve Türkiye aleyhine bir dengesizlik doğurdu.

Türkiye, oldukça gecikmiş bir girişim ile yeniden oyuna girmeyi amaçlıyor. Libya ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin bir Mutabakat Zaptı’nın imzalanması, bu anlamda önemli. Türkiye, bu mutabakat zaptıyla birlikte, Doğu Akdeniz’de hâlihazırda ağırlıklı olarak Kıbrıs Rumları tarafından geliştirilmekte olan yeni enerji denkleminde bir paydaş olmaya çalışıyor.

Bu mutabakat zaptını, Güvenlik ve Askeri İşbirliği konusunda Libya ile varılan bir başka mutabakat zaptıyla birleştirmek ise çizgiyi aşmak oldu. Türkiye şimdi yeni bir ikilemle karşı karşıya; bir yanda Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan deniz haklarını güvence altına almak isterken, diğer yandan Libya’daki iç savaşın, belki de bölgedeki bir başka vekâlet savaşının bir tarafı olma riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Sanki 2011 yılından beri tarafı olduğu Suriye’deki vekâlet savaşı yeterince maliyet doğurmamış gibi…

Türkiye, bir takım inisiyatifler alırken, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak doğrultusunda büyük bir sorumluluk almalıdır. Türkiye’nin bölgedeki en uzun kıyı hattına sahip olduğu tartışmasız bir gerçektir. Coğrafi konumu ise Türkiye’yi, bölgedeki jeopolitik dengesizliklerin ve bölgedeki ihtilafların ileride çözümü konusunda büyük bir oyuncu haline gelmeye zorluyor. Bununla birlikte, Türkiye, ya tüm bu sorumluluklarından ya da bu tür hedefleri yerine getirmeye dönük harekete geçme kapasitesinden bihabermiş gibi davranıyor.

Aşağıda bu noktada birkaç öneri getirmek isterim:

  1. Türkiye’nin dış politikasında son on yıldır büyük bir değişim yaşandı. Gerek bölgesel gerekse küresel düzeyde çok saygı duyulan tarafsızlık politikası yerine Türkiye çatışmaların çözümünde taraf tutmaya başladı ve özellikle Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de tartışmasız önemdeki tarafsız ara bulucu olma gücünü yitirdi. Sorunların çözümüne yönelik mezhepsel ve ideolojik bir yaklaşımı benimseyen dolayısıyla değişen bu yeni eğilimle birlikte endişeler artıyor ve Türkiye’nin bölgedeki niyetlerine dair ciddi soru işaretleri beliriyor. Türkiye’nin inandırıcılığını, kendisine duyulan güveni ve itimadı yeniden tesis etmesi gerekiyor. Bunu yapmak için ise, Türkiye çatışmalarda taraf tutma politikasını terk etmeli.
  2. Tarafsızlığın ve kolaylaştırıcı ya da tarafsız ara bulucu pozisyonunun yitirilmesiyle birlikte, diplomatik beceriler yerini saldırgan bir retoriğe bırakıyor. Türkiye, diplomasiye ve ihtilafların barışçıl çözümüne verdiği önemin zayıflamasıyla birlikte, yumuşak güç kapasitesini de yitiriyor. Türkiye’nin bölgedeki bu yeni yaklaşımının bir “güç diplomasisi” olarak algılandığını ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Askeri olarak aktif hale gelen ve ülke dışına birliklerini gönderen Türkiye, yumuşak güçten sert güce geçtiği ve bunu yaparken de ya güç kullandığı ya da güç kullanma tehdidinde bulunduğu yönünde bir izlenim doğuruyor. Bu yaklaşımın değişmesi gerekli.
  3. Askeri güç, bir caydırıcılık işlevi gördüğü zaman faydalı olur. Askeri gücün kullanımı veya askeri güç kullanma niyetiyle başkalarını tehdit etmeye dönük girişimler de, askeri gücün bir caydırıcı olarak işlerlik göstermesini önler. Uluslararası ilişkilerde korku, rakipleri dengelemeye dönük girişimler ve karşı tedbirleri tetikler. Bu tür eğilimler ise her zaman için askeri harcamaların, silahlanmanın ve çatışma riskinin artmasıyla sonuçlanır. Türkiye’nin askeri harcamaları son birkaç yıldır hızla arttı. Geçmişte Türkiye kendi askeri gücü ve NATO üyeliği sayesinde yakın çevresinde her zaman caydırıcı bir aktör olarak görüldü. Bu durum aynı zamanda Türkiye’ye Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki yumuşak güç kapasitesini artırma imkanı verdi. Bugün ise, askerlerini ülke dışına, Irak, Suriye, Libya, Somali ve Katar’a göndermek, Türkiye’nin yumuşak gücünü zayıflatıyor ve yayılmacılık algısını destekliyor. Türkiye ne yazık ki bu doğrultudaki suçlamaları çürütemiyor, onun yerine bölgesindeki dış politika davranışlarıyla birlikte bu algıyı güçlendiriyor.
  4. İyi komşuluk ilişkileri barış ve istikrar için elzemdir. Bugün Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri, ilişkilerin geleceği adına yapıcı bir destek sağlamıyor. Türkiye’nin Ermenistan’la diplomatik ilişkileri yok. Türkiye’nin Suriye, İsrail ve Mısır’da büyükelçileri yok. Eğer Türkiye komşularını sert güç yetenekleriyle caydırmak istiyorsa, bu politikanın ağırlıklı olarak diplomasi ve diyalogla desteklenmesi gerekiyor. Bunun yapılamaması ise Türkiye’yi ortakları ve müttefikleri ile bölgedeki komşuları için yapıcı bir ortaktan ziyade bir yük haline getiriyor. Türkiye’nin, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarın gelişimine katkı sağlamak isteyen yapıcı bir aktör olarak algılanmak için bölge aktörleri ve komşularıyla ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor. Her şey bir yana, özellikle gerilim, çatışma ve gerginliğin tırmanma olasılığının yüksek olduğu ortamlarda, uluslararası ilişkiler açısından barış ve istikrara yönelik en güçlü referanslar, uluslararası hukuk ve diplomasidir.
  5. Güçlendirilmiş diplomasi yoluyla Türkiye’nin dış politikasındaki yanlış gidişatı değiştirme şansı halen var. Haberlere göre, Moskova’da Türkiye ve Suriye’nin istihbarat ajansı şefleri arasında bir görüşme gerçekleştiği belirtiliyor. Bu, Suriye ile diyalog kanallarının açılması doğrultusunda oldukça geç kalınmış ancak ümit verici bir gelişmedir. Türkiye’nin Libya’da da Birleşmiş Milletler’in rolünü önceliklendirmek suretiyle benzer bir girişimde bulunması gerekiyor çünkü Libya, birçok aktörün ve farklı çıkarların söz konusu olduğu karmaşık ve komplike bir sorundur. Türkiye bunu yapamazsa ve Libya’da sert güç siyasetinde ısrarcı olursa, bu durum ters tepecek ve kaçınılmaz şekilde çatışmalar artacaktır.

*Ahmet Ünal Çeviköz – Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dış İlişkilerden sorumlu Başkan yardımcısı ve İstanbul milletvekili

 

About Post Author