Dr. Vecdet Öz
Her toplumda oranı değişken olan aptallık genel manada insanın düşünme, akıl yürütme, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin yetersizliği manasını ifade eder. Toplum üzerinden gelecek planı yaparken bu orana vakıf olmak gerekir.
Kaliforniya Üniversitesi Profesörü Carlo Cipolla, 1976 yılında insanlığı tehdit eden en büyük sorunun aptallık olduğunu öne süren bir makale yayınlar.
Cipolla’ya göre aptallar, oldukça çok sayıdadırlar ve irrasyonel insanlardan oluşmaktadırlar. Kendilerine bir faydaları olmadığı gibi çevrelerini de büyük problemler çıkartmaktadırlar ve dolayısıyla toplumsal yaşam kalitesini düşürmektedirler.
Yine Cipolla’ya göre, aptalların arasında yok olmamak ve aptalların yarattığı sorunlarda boğulmamak için yapılabilecek tek şeyin aptal olmayanların çok daha fazla çalışmak zorunda olmasıdır.
Cipolla’ya göre şu beş kurala kulak asmak gerekiyor;
1- Aptal insanların arasında bulunma oranınız tahmin ettiğinizden daha yüksektir. Bir insanın ünvanı olması, işi olması ya da iyi okullarda okumuş olması aptallıklarının olmadığı ya da az olduğu anlamına gelmiyor.
2- Bir insanın aptal olma olasılığı diğer karakteristik özelliklerinden bağımsızdır. Yaş, cinsiyet, meslek vb bağımsız her kategoride ve populasyonda aptallar vardır.
3- Aptal bir insan içinde bulunduğu kişilere zarar verir ve bu zararının da kendine bir faydası yoktur. Bu tutumu süreklidir.
4-Aptal olmayan insanlar her zaman aptal insanların yarattığı zararın az olduğunu düşünme eğilimindedirler. Aptal insanlarla bir arada olmanın hemen hemen her zaman zarar verici ve maliyetli bir seçim olduğunu unuturlar.
5-Aptal insan, en tehlikeli insan cinsidir. Aptalların baskın olduğu bir toplumda aptal olmayanların çabası ve çalışması aptal olanların yarattıkları zararı kompanse edecek kadar fazla olmalıdır.
Ne demek istediğimi daha iyi anlayabilmeniz için Nazizm’e karşı hayatı pahasına dik durmuş olan Alman Lüteryan teolog Bonhoeffer’in “Aptallık Teorisi”ne de göz atmakta yarar görüyorum..
Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu.
Genç bir teolog Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı.
Hapisteyken bu konu üzerine uzun uzun düşündü. Sayısız filozof, şair, fikir adamı ve bilim adamı çıkaran bu kültür nasıl olur da organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?
Bonhoeffer “sorunun kökeninde kötülük değil aptallık yatıyor” dedi.
Hapisteyken yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunun farkına vardı.
Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü. Fakat organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu.
Ne protestolar ne zorlama onlara etki etmiyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddediyorlar, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştiriyorlardı.
Aptal insanlar hallerinden memnundu ve saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikeli olurlar…
Bonhoeffer aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı:
Aptallık bir zekâ problemi değil ahlaki bir problemdi. Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı. İlk etapta aptallık doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülür, fakat bu da yanlıştı. İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı, daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına izin veriyorlardı.
Yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil sosyolojik bir sorun olduğu sonucuna vardı.
Güçlerin birisinde toplanması arzusu politik ve dini hareketlerde çok sık rastlanırdı. Aptallık hastalığının bulaştığı yerler böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasındaki muazzam korelasyon, ikisini de birbirine ihtiyaç duyar hale getiriyordu.
İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu.
Diktatör gücünü arttırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini kaybediyordu. Gözüne sokulan gerçekleri inatla reddediyorlardı.
Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşmaya ayarlanmış bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler… Değil kötülük yaptıklarını, ne yaptıklarını bile bilmiyorlardı. Onları bu kata tonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.
9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler.. (Alıntı)
Dünya aydınlanma uğruna çok bedel ödedi ve ödemeye de devam edecektir..
Cipolla’nın dediği gibi aptal olmayanlara düşen görev büyüktür..
Kıssadan hisse..