Dünya Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart’ta kadınların eşitlik taleplerinin yükseldiği, kadınların aslında her gün eşit yaşam hakkı, hayatın her alanında eşitlik için süren direnişlerinin eş zamanlı ifade edildiği ve Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilmiş uluslararası bir gün.
Kadınların, “Kazanana kadar mücadele edeceğiz!” diyerek çıktıkları bu mücadelesi, bugün kazanılmış olan haklarından da vazgeçmemek adına ve henüz kazanılmamış olan haklara erişebilmek için devam ediyor.
Bu hak mücadelesinde, Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitlik Komisyonu olarak, kadınları şiddete karşı itiraz etmekten asla vazgeçmemeye, hak mücadelesinde yalnız olmadıklarını bilerek hukuki destek talep etmeye çağırıyor ve bu mücadelede kadınlarla birlikte yürüdüğümüzü tekrar ifade etmek istiyoruz.
Savunma hakkı, özellikle yaşam hakkı ihlallerinin toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında meşrulaştırılmasıyla kötüye kullanılamaz.
Cinsiyetçi yargılama, iktidarın söylemleri ile paralel yürütüldüğünün bilincinde olarak, kadınların öncelikle erkek şiddetine karşı vermek zorunda bırakıldıkları mücadelenin zorlu olduğunun farkındayız.
Bu cinsiyetçi yargılama sürecini, yasal düzenlemeleri uygulamaktan imtina eden, mesleklerini icra ederlerken cinsiyetçi bakış açısına sahip yargı mensupları olduğu gibi, meslektaşların da varlığını adliyelerde gözlemlemekteyiz. Mahkeme salonlarında, failin eyleminden çok, kadının yaşam tarzını, kadının kendine dair verdiği kararı toplumsal cinsiyet rollerine dayanarak yargılamanın parçası yaparak, suç eylemini meşrulaştırmanın, bağlı bulunduğumuz uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuata aykırı olduğunu dikkate getirmek istiyoruz.
Buradan yola çıkarak, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin sadece imzacı devletleri ve kurumlarını değil, hukuki süreçte müdahil olan biz avukatları da kapsadığını hatırlatma gereği duymaktayız.
Pandemi değil erkek şiddeti öldürüyor!
Muğla ilinde, Kadına yönelik erkek şiddetinin hızla arttığını dehşet ile izliyoruz.
Son 1 yıl içerisinde kamuoyunun bilgisi dahilinde Muğla ilinde en az 10 kadın, erkek şiddeti nedeniyle öldürüldü. Bununla beraber, ölümle sonuçlanmasa da, kadına yönelik erkek şiddetinin (fiziksel, psikolojik, ekonomik, duygusal, sözlü, dijital) günbe gün arttığı gerçekliğin önüne geçmek, Bakanlıkların ve kuruluşlarınının görevinin yanısıra, yerel yönetimlerin de yükümlülükleri içerisinde bulunmaktadır.
Muğla Valiliği’nin de Eylül 2020 tarihli Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele genelgesinin hala ilgili kurumlar tarafından uygulanmamasını endişe ile izlemekteyiz.
Cinsel saldırıya maruz kalan kadınların, şikayette bulunmaları halinde, sağlık kuruluşların cinsel saldırı muayene raporlarını tanzim etmemeleri, dolayısıyla şiddet eylemine ilişkin bulguların kaybolması;
şiddet uygulayanın tahliye edilmesi halinde, suçtan zarar görene bilgi verilmeyip, koruyucu ve önleyici tedbirlerinin re’sen uygulanmaması;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında kadınlar tarafından talep olunan önleyici ve koruyucu tedbirlerin uygulanmaması, bir çok kadının canına mal olmakla beraber, kadınların şiddet sarmalından çıkmalarını da adalete erişimini zorlaştırmaktadır.
Aynı zamanda, kadına yönelik şiddetin her türlüsünün UZLAŞTIRMAYA tabi olmadığını, kadınların uzlaştırmaya yönelik haksız ve hukuksuz biçimde yönlendirildiğini, açılan davalarda ise hukuka aykırı indirim hükümlerinin uygulanması, kadına yönelik erkek şiddetine karşı verilen mücadelenin etkin olması yönünden engellendiğinin açıkça göstergesidir.
Hukuku ve usulü keyfi ya da kısmi uygulamak, kadına yönelik erkek şiddetine karşı etkin mücadele etmek anlamına gelmediğini özellikle dikkate getirmek istiyoruz. Tüm bu hak ihlalleri, kadınların adalete olan güvenini sarsmakta olup, şiddet sarmalından çıkma cesaretini kırmaktadır.
Uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat ile birlikte Muğla Valiliği’nin Eylül 2020 tarihli genelgesinde yer alan ve yerel yönetimlerin zorunlu oldukları yükümlülüklerini yerine getirmediklerini kaygı ile izlemekteyiz.
Yerel yönetimlerin bağlı bulundukları Belediye Kanunu’nda hüküm altına alınmış koşulları yerine getirmekle yasal olarak zorunludur.
Burada öne sürülen “yer tahsisinin gerçekleşmediği”, “uygun personel alımının aksadığı”, “pandemi nedeniyle çalışmaların aksadığı”, “bütçede yeterince kaynak bulunmadığı” gibi siyasi gerekçelerin ardına sığınmanın gerek hak ihlalinin, gerekse cinsiyetçiliğin yerel yönetim eliyle sürdürüldüğünün karinesidir.
Kadınların ve kamuoyunun da dikkatine getirmek isteriz ki; Muğla Büyükşehir Belediyesi en az bir sığınak açmakla yükümlüdür. Bodrum Belediyesi, Milas Belediyesi ve Menteşe Belediyesi nüfus oranlarına göre en az bir sığınak açmakla yükümlülerdir.
Bu husus yeni bir bilgi değil, aksine bu Belediyelerin çeşitli gerekçeler ardına sığınarak Muğla İlinde önceledikleri politikanın eşitlik ve şiddetten arınmış bir politika olmadığının açık bir ifadesidir. Yerelde bulunan kadınların ve biz hukukçuların yerel yönetimlerin yasal zorunluklarını bilinçli bir şekilde geciktirdiklerine izleyici kalmamaya kararlıyız.
Bunun yanı sıra Belediyelerin yeni yeni faaliyete geçirdikleri “Kadın Danışma Merkezlerinin” etkin bir şekilde faaliyette bulunmaları gerektiğini, bu kapsamda da Muğla Barosu’ndan ilgili mevzuata hakim avukatlar vasıtasıyla destek alınması için, gerekli işbirliğinin yapılmasına yönelik çağrıda bulunmak istiyoruz.
Sivil alanın daraltıldığı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı bir siyasal ortamda yeni bir anayasanın tartışılma zemini olmadığını vurgulamak isteriz. Kadınlar katledilirken, her türlü şiddete maruz bırakılırken, kadınlara hukuki güvence sağlayan yasalar ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmaması için ayak diretilirken, kadın düşmanlığı üzerinden sürdürülen yeni bir anayasa girişimi hiçbir koşulda kabul edilemez.
Gözler önüne serilmiş olan tüm bu hukuksuzlukların yanı sıra bildirmek isteriz ki, eşitsizliğe, cinsiyetciliğe ve erkek şiddetine karşı, her kadının öncelikle yaşam hakkının sağlanması, hak ihlaline uğraması halinde ise adil yargılanma hakkını savunmaya ve bunun için mücadele etmeye, sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
Yaşasın 8 Mart, yaşasın kadınların haklı mücadeleleri!