BİR ÖMRÜN İKİ HİKAYESİ

BİR ÖMRÜN İKİ HİKAYESİ

Genç Fransız filozof olan Allain De Botton “bir insanın ömrü iki, evet sadece iki hikâyeden oluşur” diyor. Canım insan dediğin derya deniz nasıl olurda yaşamı sadece iki hikâyeden oluşur diyebilirsiniz. Yaşadığı bin bir çeşit hikâye, ulaşmak istediği onca hedefler, uyguladığı her türlü varyete, yaşadığı ve yaşamak istediği her türlü pratik nasıl olur da sadece bu iki hikâyeden birine ait olur? Evet evet iki hikaye, üçüncüsü yok.

Peki nedir bu iki müthiş hikaye: Biri cinsel aşkın peşinden koşturmaların oluşturduğu hikayedir. Diğeri de bir statü elde etmek için verilen çabadır. Yani statü endişesi. Üçüncü bir hikâye yok. Hepsi bu ikisinden ibaret; anlayacağınız her şey bu iki hikâye şemsiyesinin altında toplanır. Peki hakikaten öyle mi? Cinsellik ve satatu mu bütün hikaye?

Cinsel-lik Hikayesi

İster yaşasın ister hayal etsin ya da içine atsın her kişinin yaşamında cinsellik, aşk ve seks son derece önemli bir yer tutar. Hatta Freud bu yerin çok daha fazla olduğunu dile getirir; bu arzu ve engellemelerin insanın kişiliği üzerindeki baskın etkisine dikkat çeker. Aslına bakılırsa, insanoğlunun hem neslini devam ettirmek için üreme çabası, hem bu yolla ölümsüz olma isteği, hem de cinsel haza ayarlı bir varlık olması bu tezi doğrular niteliktedir. Sizce de öyle değil mi? Dürüst olun ve kendi yaşamınıza  bir bakın ve dürüstçe söyleyin; çocukluktan itibaren, cinsellik, aşk meşk işlerinin hiç de azımsanmayacak bir yer tuttuğunu göreceksiniz. Kabul etsin etmesin bu her kesin deneyimlediği bir gerçektir.

Gelelim Statü Endişesine.

Statü elde etmek, bir toplumda  yaşayan herkesin istediği bir şeydir. Her insan sevilmek, el üstünde tutulmak, fark edilmek ister. Yaşamda ileri gitmek, hayallerini gerçekleştirmek ister. Bunların her bir noktası bir statüye tekabül eder. Statü kişinin toplumda ya da içinde bulunduğu kurumda işgal ettiği yerdir. Bu yer, konumuna göre kişi için farklılık yaratır, insana ayrıcalık ve saygınlık kazandırır. Yanı sıra duruma göre sevilmeyi de beraberinde getirir. Kişi bu yolla farklı olduğunu ortaya koyar, hatta fark yaratarak kendine olan özgüveni ve saygısı artar.

Sözgelimi bir lokantaya girdiğinizde buyur edilmek, bir toplulukta ilgilenilmek, bir konuşma yaparken ilgiyle dinlenilmek istemezmişsiniz? Her insan, önemsenmek, sevilmek, saygı görmek ister. Mevki, makam, para pul, güç ve iktidar arayışlarının altında hep bu statü endişesi vardır. Mevki, makam arayışının, mal mülk sahibi olma çabalarının altında bu dürtü yatar. Sözgelimi Marx bunu çıkar çatışması ile, Dahrendorf sahip olunanın derecesi ile, Weber yetke/otorite arayışı ile, Botton statü endişesiyle açıklar. Ama dikkat edilirse hepsi de aynı kapıya çıkıyor sonuçta.

Acı Tatlı Hayat

Tabi aşk ve statü bize hep iyi yanlarını sunmazlar. Madalyonun bir de öteki yüzü var. Çünkü yaşam döngüsü hep tatlı ve mutlu olmaz. Öyle olursa döngü olmaz. Nasıl ki yaşamla birlikte ölüm varsa, iyilikle birlikte kötülük de var, tatlı hayatla birlikte acı da var. Bir mors alfabesi gibi yaşanır hayat.. Acı bir çizgiyse mutluluk bir nokta gibidir. Acılı çizgiden sonra onun ödülü olarak bir mutluluk patlaması yaşanır. Mutluluk acıya göre daha kısa sürer. Mutluluğun kefareti olarak da acı, sıkıntı yaşanır. Mors alfabesi gibi, çizgi nokta, çizgi nokta.. Böyle sürer gider.

Ve acı tatlı her şey yıllar içinde beraber büyür, kocaman bir kartopuna dönüşür ellerinizde ve yüreğinizde. Ve unutulmamalı ki o kartopu gün gelecek ellerinizin içinde erimeye başlayacak. En sonunda ondan bir şey kalmayacak geriye. Kartopu erirken, her aşamasında avucunda bir sıcaklık hissedeceksin. Gerçek umut, asıl mutluluk budur işte.. Yoksa sürekli mutluluğun peşinde koşmak bitirir insanı. Öyle insanlar mutlu oldukları zaman bile mutlu olduklarının farkında varamazlar.

Aşık olmalıyım, güzel bir evim olmalı, o arabayı almalıyım, biraz daha param olmalı, daha zengin olmalıyım, daha fazla kıyafet, daha fazla oyuncak… Sonra bakmışsın ki elde ettiğin hiçbir şey seni mutlu etmiyor, mutlu etmeye yetmiyor. Kendini bir sonraki adıma şartlandırıyorsun o da seni mutsuzluğa sürüklüyor.

Oysa hayat o kadar da zor değil, hele mutlu olmak hiç…Ünlü oyuncu Harvey Keitel, hayatın sana getirdikleri için şükredeceksin, diyor, gerisi içinse bekleyeceksin. Mutluluğu sormuşlar şöyle cevap vermiş; “mesela, güzel bir evde güzel biriyle yaşamak. Taş devrinden beri insanların derdi bu” diyor. “O zamanlar bile adamların derdi en temiz mağaraya konup, içine en güzel kızı atmakmış.”  Ona göre yaşama hakkını vermeli ve yaşama renk ve değer katmalı insan yaşarken. Anlam yaratmalı ve anlam katmalı hayata. Yoksa son pişmanlık asla fayda etmez. Çünkü söylenen söz, atılan ok, kaçırılan fırsat ve yaşanmış hayat asla geri gelmez…

Geriye Kalan!

İnsan yaşarken, yaparken ve ne elde ederse etsin, hangi dürtü onu yönlendirirse yönlendirsin, hangi mevki makamda olursa olsun, ne kadar mal mülke sahip olursa olsun sonuçta hepsi gelip geçiyor. Geriye ne kalıyor? Geriye hikayesi  kalıyor insanın, (varsa) bir de itibarı..

Peki, bu nasıl olacak? Cesaretle, feragatle.. (Tabi, sistemsel sorunları bir kenara bırakıyorum burada) Salt kuru bir cesaret yeter mi fark yaratmaya? Sonuçta moral ve sosyo-psişik bir varlık olarak bizler bunu nasıl yapmalıyız? Çünkü salt cesaret bazen kırıcı, ürkütücü hatta zarar verici de olabilir. Onu aklın mahareti ile terbiye etmek lazım. Nedir bu anlamda kastedilen? Mesela güneşe çıplak gözle değil, gözlükle bakmak gibi. O zaman göreceksiniz ki sizi itibarlı kılan ve kalıcı bir hikayeye sahip olmanızı sağlayan o cesaret anlarınızdır. Akıl her keste var, çalışmaksa herkes çalşıyor, bileği desen şimdi herkes istediği bileğiye ulaşabiliyor, geriye bir tek şey kalıyor; cesaret, işte bu yüzden fark yaratan cesarettir diyoruz. Denebilir ki yaşamı en anlamlı kılacak olan iksir budur.

Yarının Hikmeti

Yaşam insana bahşedilmiş önemli bir armağandır. Ancak yaşamasını ve paylaşmasını bilene. Yoksa kartopu eriyip gittiğinde avucunda hiçbir şey kalmaz. Ona göre yaşamalı ve yaşama renk ve değer katmalı insan. Anlam yaratmalı ve anlam katmalı hayata. Lakin iş işten geçtikten sonra son pişmanlık fayda etmez. Çünkü söylenen söz, atılan ok, kaçırılan fırsat ve yaşanmış hayat asla geri gelmez…

Her şeyin bir müsveddesi var. Ama yaşanan zamanın yok.  Olmadı tekrar başa sarayım diyemezsin. Yenilenmeyecek, başa sarılmayacak tek şey odur. O halde vakit geçirmeden şimdi başla. Yarın geç olabilir.

About Post Author